Çarpık
Duygu
‘’Gecenin
yüreğinden, karanlığı çizen bir ışık düştü; Bu kor kimine göre
bir yıldız, kimine göre ise bir gök taşıydı…Görmek ya da
bakmak…’’
Aşk sormuyordu kuluna severken ve ayrılırken,
sormuyordu. Bir susuş geliyordu dilin tadına bir direniş yitik
duygulara. Bir savaş başlar yürekler diyarında kana susamış,
kılıçlardan çok dillerin çarpıştığı bir savaş, yensek de
yenilsek de sonuçta kaybedilen bir savaş. Ölmek de öldürmek de
erdemsiz, yakışıksız aşkın kendisine.
-
Hayır, artık bitti dedin, bir daha görüşmeyelim…
Görüşmemek, görüşmeyi ertelemekten çok bitirmek
görüşmeyi, görmekten korkmak, görülmekten utanmak; sevilmekten
ve sevişmekten sıkılmak. Yakmak o bütün yaşananları ve yok
saymak yaşanmamış gibi. Kandırmak kendini, unut demek unutmasak
da her şeyi.
- Peki neden? dedim, neden dediğimi bilmeden.
Sanki sebebini öğrendiğimde bana geri dönecekmişsin gibi… Belki
dönerdin, hani dönmeni ümit ederdim. Ama yine de öğrenmek egomu
tatmin edebilirdi sanırım.’’Hayır’’ deyişindeki ses tonunu
inceledim septikçe. Gayet rahattın ve tedirgin de değildin hiç,
umarsızdın. Bu ‘’hayır’’ın üzerine ‘’neden’’ den başka bir şey
diyememek ne kadar acı ve yazık…
Sen gittin sonra, ben kaldım oracıkta, hayır’la
beraber kalakaldım öylece, senin gerilerinde, boş ver diyemedim,
küfredemedim ve acıyamadım…
Neden, neden, neden ve nedenlerle doldu kafam,
bütün duyularım nedenlere odaklandı.
Sonra ona soramadığım soruyu kendime sordum;
aynada kendime bakmaya çalıştım, belirsizdi önce her şey,
aynadaki tanıdık değil, bir yabancıydı, solgundu yüzü ve
ağlamaklıydı, kızgın ve öfkeliydi de. Neden diyordu durmadan,
neden?
Neden ben,
Neden şimdi,
Neden birden bire,
Neden tek taraflı,
Neden sebepsiz?
Ve neden benden önce ‘’sen’’? Aldatma veya
aldatmamak, sevmek veya sevmemek, aşk veya nefret, vs. bütün bu
kavramlara soru işareti (?) koyarak baktım aynaya?
Sonra dedim;
O da her kadın gibi sonuçta bir kadındı, aynı
gillerdendi, yani yapması gerekeni yaptı. Belki zamansız ve
yersizdi fakat ikimiz için bu zamandı şimdiydi. Ama o değiştikçe
ben geride kalmamalıydım, ben de değişmeliydim ve benimde
hayır’larım, nedenlerim olmalıydı, bütün ünlemleri
kullanmalıydım, bir fırsat daha demeliydim, olmadı küfretmeli,
aşağılamalı ya da vurmalıydım, bir şeyler yapmalıydım, o ne
kadar da rahattı oysa benim tersime, cesaretliydi, ilk tetiğe o
bastı, o ateşledi, bense yandım… Parantez içinde (acaba
ateşleyen, ateşlenenin bir nedeni miydi? Yani ikimiz de yanma
sonucunun bir nedeni değil miydik ya da bir parçası mıydık? Veya
yanan biz değil miydik ya da yanan yaşananlar mıydı? Eğer
öyleyse ne kadar da yazık değil mi?)
Kalk artık, dedim kendime, kalk da kendine gel,
bir demlik çay demle mutfakta, sigaram bitmiş bir paket sigara
almalı şimdi ve şişelerin dibini görmeli sabaha, güneşe
bakmamalı şafakta…
Kendimi terasa attım, buz gibi geceye, titredim
ve kendime sarıldım, gece ayaza çekmiş senin gibi soğuk,
martılar yalnızlık şarkıları mırıldanıyor sahilde ve her nakarat
beni anlatıyor sessizlikte, insanlar inlerine çekilmiş ölüm
sessizliğinde. Gökyüzü bütün güzelliği ve gizemliğiyle anlamsız
bana bakıyor, sanki kutup yıldızı bir an kayboldu ve yönümü
şaşırır korkusuyla duraksadım, arkamıza baktım yani güneye;
paylaştıklarımıza yani, aynı rüyayı tekrar görmek gibi veya
uyanmak istemiyormuşum gibi anılardan, hayır rüyaya bıraktığımız
yerden başlamak gibi değil!
Takvim yapraklarını birer birer çevirdim
umarsızca, her yaprakta sen saklıydın, resimlerin ellerimde
kalışı ne acı değil mi? Hepsi de o güzel ve aşk dolu
günlerimizin öyle vakitlerini andırıyordu, sanki akşam
olmayacakmış gibi canlı ve sıcak… Duvarda bir sürü tablo vardı,
mutluluk tabloları birkaç tanesini senin hediye ettiğin,
gülüşlerin, gözlerin ve ellerinin olduğu tablolar.
Hayaller(imiz)in veya geleceğimiz… Şimdiki zaman-yarın veya
sende dün, sonra ellerin elimdeyken bana ait olmadığın,
sevişirken gözlerinde ben olmadığım tablolar… Ve dışında
gezerken yüreğine tutunamadığım fotoğraflar… 20 mayıs günü
Adalar, arkasından Bakırköy ve sahilde dil balığı lezzeti,
kırmızı şarapta dudaklarının ilk ateşi ve dahası seninle olduğum
her an şu an sadece bir anı olarak kaldı birkaç resimde, yazık…
Sen paylaşamadığımız şeylere üzülürdün hep,
şimdiki zamanda yaşayamadın hiç, her zaman gelecek zamandan
konuşurdun, işte bu yüzden belki geçmişle dünün arasına sıkışıp
kaldık biz, belki…
Sonra demiştim sana:
- Beni seveceksen şimdiki halimle sev diye, sen
ne dedin?
- Benimle evlenecek misin?
Da ha çıkmaya başlayalı iki hafta olmuşken bu ne
acele, ah kadınlar hep aynısınız, her şeyin hemen oluvermesini
istersiniz hem de sizin istediğiniz gibi. Sen de işte benleyken
hep yarınlarda kaldın, hayallerde yani, bense büyük bir sabırla
şimdiki zamanda seni bekleyip durdum.
Parantez içinde (ilişkide başarısızlıklar,
hatalar veya hayal kırıklıkları hep olur ama hep konuşulmamalı)
sonra içimden bir ses dedi ki;
- Peki sen! Sen gidemez miydin yarına?
Gidebilirdin dedi sanki öteki ben. Ama gitmedin ya da gitmek
istemedin, hep onun sana gelmesini bekledin belki, onun istek ve
arzularını ne kadar önemsedin? Kaç defa gözlerinin içine bakarak
‘’seni seviyorum’’ dedin? Ya da o tüm insanlara haykırarak işte
benim sevgilim dedin? Belki hiç… Bir kadın sevildiğini
hissetmekten başka ne isteyebilir ki? Sen hissettirebildin mi?
Belki sen hep bu yüzden dünde kalacaktın onun için ya da
yarınlar için güven veremedin ona…
- Bu içimdeki öteki ben’in önüne geçemiyordum
bir türlü. Veya hep ardında kalıyordum, ben onu duymak
istemedikçe o bütün sesiyle içimde haykırıyordu sanki. İçimdeki
bu ses olmak istediğim fakat olamadığım kişiydi belki kim bilir…
Ya da onun gerçek aşkı, asıl sevdiği bu ruhun sesiydi, bu ses
doğru söylüyor olabilirdi de, yalan değildir zaten ama eksik bir
yerler olmalı herhalde, çünkü kendimle çatışıyorum, kavga
ediyorum. Bilemiyorum kararsızım işte, her şeyi göze alıp
olgunlaşmamış bir ilişkinin arifesinde ona evlilik teklifi
edemezdim sanırım.
Bilal Özbay |