ben
ve yasa
Ve Tanrı Adem'i cennetten
çıkarıp indirdiğinde yeryüzüne, alındığında elinden bütün
nimetleri, ve vurulduğunda yüzüne acizliği; anlamıştı suçunun
varolan yasalara karşı gelmek olduğunu. Yine tarih, Tanrılardan
ateşi aldığı için Prometeus'a ; gençleri düşünmeye yönelttiği
için Sokrates’en, Bruno'ya, Galile'ye kadar nice efsane ve
gerçek halk kahramanlarının öyküsünde, egemen kurallar, normlar
ve yasalar karşısındaki insanın trajedisini anlatmaktadır.
Ve bu gün yine o tarihin
tekerrür ettiği günlerden sadece biri. Gün zamanın kıskacında
nasıl gece ile bir dönüşüm içinde ise, toplumda kendi döngüsünde
o inanılmaz evrimini gerçekleştiriyor.Kurallar, normlar ve
yasalar hiç değişmedi... Tanrılar yine aynı, şeytan yine asilk
rolünde, Prometeus ateşi çalma hazırlıklarında, Sokrat kırmızı
tuğlalardan düşünce kulesini yapmakta, hayat denen tiyatro
topluma kim bilir kaçıncı defa uyarlanmakta.
Tarihin aynasında normlara
baktığımızda, kuralın ve yasağın olduğu her yerde, kuralı bozma,
yasağı çiğneme, doğru olandan sapma ya da yasağa karşı gelme
vardır. Bu da toplumdaki birey toplum çatışmasının yansımasının
fotoğrafı olarak bize yansıyor.Birey kendi istek, arzularına
ihtiyaçlarına ve güdülerine doyum sağlamaya çalışırken; toplumun
yazılı normları -yasa, kanun- ve yazısız kuralları -gelenek
görenek, örf ve adet, dini inançlar- ona ötekiler ve/veya
diğerleri adına ''dur'' der.
Yasayı koyan da bozan da
insanın kendisidir. Kendisi için kurallar koyan, normlar ve
ölçütler yaratan başka bir varlık yoktur herhalde, hatta tek
varlık diyebiliriz.Bu normlarla kendilerine ortak simgeler
yaratırlar. onları da gelenek-görenek, örf-adet, ahlak ve hukuk
kuralları olarak adlandırarak kuşaktan kuşağa aktarırılar. Her
karşı çıkış, her normdan sapış ya toplumun kendiliğinden ya da
örgütlü güçlerin yaptırımlarıyla karşılanır.Kınama, ayıplama,
gülünç bulma ve aşağılama, dışlama, soyutlama gibi tepkiler
kural bozmanın bedeli olarak kişinin başında Demokles'in kılıcı
gibi sallanır durur.Yine de insanoğlu
koyduğu kuralları bozarken günah çıkartmayı da ihmal
etmemektedir.
Her hakim otoritenin
karşısında mutlaka ona karşı olan gruplar ya da bireyler
bulunacaktır. Tanrının kurallarının karşısında bile baş kaldıran
insan; kendisinin koyduğu kurallar ve normlar karşısında zaten
isyan edecektir.Tarih içinde gelip geçen sistemler içinde hiç
bir hakim ideoloji, otorite veya din olmasın ki ona karşı
çıkılmış, baş kaldırılmış olmasın...madem ki bireyin güdüleriyle
toplumun güdüleri her zaman çatışmakta, madem ki dönüşüm varolan
sürecin bir gerekirciliği; o zaman birey toplum çatışmasını
önlemek amacıyla, hazırlanan yasaların insanın temel ihtiyaçları
-fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik-göz önünde bulundurularak
yapılmalı.İnsan haklarının olduğu, bireyler arasın gelir ve
gider dağılımının veya bölüşümünün eşit olduğu, siyasal
çıkarların evrensel olduğu; ırkçılığın, din ayrımcılığının ve
sömürgeciliğinin olmadığı, düşünce özgürlüğünün olduğu
toplumlarda birey toplum çatışması olmamaktadır yada olması
gerektiği kadardır.
Suç işlemenin mevcut
otoriteye karşı gelmenin, marjınal gruplara katılmanın önemli
kıstaslarından biri; bireylerin varolan yapı içinde kendilerini
ifade edememeleri veya kendilerini
gerçekleştirememeleridir.Toplum ve onun adına hareket eden
gruplar bireysel ihtiyaçları görmezlikten gelerek onları yok
sayarak, bunun karşısın kişiler benliklerini, egolarını ortaya
koyacak eylemlerde bulunmaktan ve/ veya marjinal gruplara
katılmaktan kaçınmayacaklardır.Bu da bire toplum çatışmasında
aforoz edilen bireylerin kimliksiz kalmasıyla toplumun bilinç
altında derin yaralar açarak içten içe çöküşün temellerini
atacaktır...
Geleneksel toplumlardan
modern topluma geçiş hiç de beklenildiği gibi insanları şiddet
eğilimlerinden vazgeçirmedi. Aksine daha da çok modernize olarak
artırdı. Bununla beraber negatif kazanımları da oldu tabi.
Mesela dünyada ve Türkiye’de suç işleme yaşı 14 olarak
belirlendi...Çocuk suçluluğunu, yetişkinlik döneminde işlenen
suçtan ayırt eden en önemli özellik, bu dönemin gelişiminde
-problemli evre- ya da -geçiş evresi- olarak adlandırılan
ergenlik dönemine rastlamaktadır. Gencin kendi kendine, -ben
kimim-, kime benzemeliyim, başkalarına nasıl görünmeliyim, gibi
sorular sorduğu ergenlik dönemi, çocukluktan yetişkinliğe geçiş
dönemidir.bu dönemde ergen, ailesinin ve toplumun istek ve
yasaklamalarına ısrarla karşı koyar.
Birey ergenlik
döneminde,hızlı bir bedensel ve ruhsal büyüme gelişme dönemine
girer.Bu hızlı gelişmenin yarattığı dengesizliğin, bilgi ve
deneyim eksikliğiyle de bir arada bulunması, gencin sosyal
normlara ve yazılı kurallara uyum göstermesini büyük ölçüde
zorlaştırır.Aynı zamanda, çevresinden toplumsal kabul bekleyen
genç, beğenmediği bazı toplum kurallarını yeni
düzenleyebileceğini düşünür.Bazı davranışlarının hiç kimseyi
memnun etmediğini görür. Bunun, kendisinin kurallarının
mahiyetini kavrayamamasından, gerçekliliği çok yönlü algılayacak
bilgi ve deneyimlerden yoksun olmasından kaynaklandığını asla
kabul edemez. O alabildiğine direnir, büyüklerin kurulu düzenini
köhen ve kalıplaşmış bulur.Değişen dünyanın, değişen genç
kuşaklarını anlamamakta direnen yaşlı kuşaklar da onu büyük
ölçüde haklı çıkarmaktadırlar.kuşaklar arası sürtüşme zamanla
sertleşerek, bazen de genci aile çevresinden kopararak, onların
çetelere, marjinal gruplara, yasal veya olmayan örgütlere
girmesine neden olur. Bunun sonucunda çocuk suçlarındaki
artışların yanı sıra çeşitliklerinde de artışlar görmekteyiz.
Çetelere katılma, örgüt elemanı olma, ereoin kokoin ve bali
kullanma, sigara ve içki alışkanlıkları, hırsızlık, gasp, ırza
geçme gibi suçlar bunlardan sadece bir kaçı.
Sorun tabi ki bu
suçların 14 yaşlarında veya 20 yaşlarda işlenmiş olması değil.
önemli olan bu birey toplum çatışmasının önüne geçmek, insanları
suça iten ve marjinal kılan faktörleri ortadan kaldırmak.
psikoanalitik kuram çerçevesinde, bireylerin nasıl bastırılmış
duyguları, istek ve arzuları varsa, toplumun da bilinçaltı
vardır...toplum adına sistem tarafından dışlanan, aşağılan
gruplar, düşüncelerini, duygularını istek ve arzularını
bastırarak toplumsal bilinçaltına atar...dışarıda normlara
uyarmış gibi görünürken içerden de bilinçaltının etkisiyle
birlikte yasalara ve normlara başkaldırmanın ve değiştirmenin
gayreti içine girer...bunu içinde yine varolan yasaların,
normların insiyatifini kullanır...kendi kimliklerinin kabul
edilmediği bir toplumda kimlik kazanımının peşine
düşerler.kendini toplum içinde ifade edemeyen bütün bireylerde
bu tip marjinal kimliklere bürünerek mevcut sistemden öcünü
almak istemektedirler.
Öyle sanıyorum ki;
toplumsal baskının olmadığı, ayrımcılığın yapılmadığı, ekonomik
ve fırsat eşitliğinin olduğu, sağlıklı eğitimin olduğu, evrensel
çıkarların güdüldüğü, statikonun olmadığı, bireylere ergenlikten
itibaren kendilerini ifade etme ve gerçekleştirme
özgürlüklerinin verildiği toplumlarda, huzurun ve dahası ideal
demokratik toplumun fotoğrafı çekilebilir...
Ve Tanrı Ademi
cennetten çıkarıp indirdiğinde yeryüzüne, alındığında elinden
bütün nimetleri, vurulduğunda yüzüne bütün acizliği; Prometeus
Tanrılardan ateşi çalmamıştı, Sokrates düşündüğü için
öldürülmemişti henüz...insanlar toplum olmayı düşünüp bir araya
geldiklerinde, kendileri için kendi çıkarlarına korumayı
birilerine verdiklerinde adalet kavramının artık tanrının elinde
olduğunu anlamışlardı.
Bilal Özbay |