Ana SayfaResim
 
 
online

msn: kuzgunn@hotmail.com

ıcq: 266-029-420-kuzgun

E-mail: bilal_ozbay@tnn.net

     

 

  
Deneme Kapak

                               ben ve yasa

      Ve Tanrı Adem'i cennetten çıkarıp indirdiğinde yeryüzüne, alındığında elinden bütün nimetleri, ve vurulduğunda yüzüne acizliği; anlamıştı suçunun varolan yasalara karşı gelmek olduğunu. Yine tarih, Tanrılardan ateşi aldığı için Prometeus'a ; gençleri düşünmeye yönelttiği için Sokrates’en, Bruno'ya, Galile'ye kadar nice efsane ve gerçek halk kahramanlarının öyküsünde, egemen kurallar, normlar ve yasalar karşısındaki insanın trajedisini anlatmaktadır.

     Ve bu gün yine o tarihin tekerrür ettiği günlerden sadece biri. Gün zamanın kıskacında nasıl gece ile bir dönüşüm içinde ise, toplumda kendi döngüsünde o inanılmaz evrimini gerçekleştiriyor.Kurallar, normlar ve yasalar hiç değişmedi... Tanrılar yine aynı, şeytan yine asilk rolünde, Prometeus ateşi çalma hazırlıklarında, Sokrat kırmızı tuğlalardan düşünce kulesini yapmakta, hayat denen tiyatro topluma kim bilir kaçıncı defa uyarlanmakta.

      Tarihin aynasında normlara baktığımızda, kuralın ve yasağın olduğu her yerde, kuralı bozma, yasağı çiğneme, doğru olandan sapma ya da yasağa karşı gelme vardır. Bu da toplumdaki birey toplum çatışmasının yansımasının fotoğrafı olarak bize yansıyor.Birey kendi istek, arzularına  ihtiyaçlarına ve güdülerine doyum sağlamaya çalışırken; toplumun yazılı normları -yasa, kanun- ve yazısız kuralları -gelenek görenek, örf ve adet, dini inançlar- ona ötekiler ve/veya diğerleri adına  ''dur'' der.

       Yasayı koyan da bozan da insanın kendisidir. Kendisi için kurallar koyan, normlar ve ölçütler yaratan başka bir varlık yoktur herhalde, hatta tek varlık diyebiliriz.Bu normlarla kendilerine ortak simgeler yaratırlar. onları da gelenek-görenek, örf-adet, ahlak ve hukuk kuralları olarak adlandırarak kuşaktan kuşağa aktarırılar. Her karşı çıkış, her normdan sapış ya toplumun kendiliğinden  ya da örgütlü güçlerin yaptırımlarıyla karşılanır.Kınama, ayıplama, gülünç bulma ve aşağılama, dışlama, soyutlama gibi tepkiler kural bozmanın bedeli olarak kişinin başında Demokles'in kılıcı gibi sallanır durur.Yine de insanoğlu koyduğu kuralları bozarken günah çıkartmayı da ihmal etmemektedir.

       Her hakim otoritenin karşısında mutlaka ona karşı olan gruplar ya da bireyler   bulunacaktır. Tanrının kurallarının karşısında bile baş kaldıran insan; kendisinin koyduğu kurallar ve normlar karşısında zaten isyan edecektir.Tarih içinde gelip geçen sistemler içinde hiç bir hakim ideoloji, otorite veya din olmasın ki ona karşı çıkılmış, baş kaldırılmış olmasın...madem ki bireyin güdüleriyle toplumun güdüleri her zaman çatışmakta, madem ki dönüşüm varolan sürecin bir gerekirciliği; o zaman birey toplum çatışmasını önlemek amacıyla, hazırlanan yasaların insanın temel ihtiyaçları -fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik-göz önünde bulundurularak yapılmalı.İnsan haklarının olduğu, bireyler arasın gelir ve gider dağılımının veya bölüşümünün eşit olduğu, siyasal çıkarların evrensel olduğu; ırkçılığın, din ayrımcılığının ve sömürgeciliğinin olmadığı, düşünce özgürlüğünün olduğu toplumlarda birey toplum çatışması olmamaktadır yada olması gerektiği kadardır.

        Suç işlemenin mevcut otoriteye karşı gelmenin, marjınal gruplara katılmanın önemli kıstaslarından biri; bireylerin varolan yapı içinde kendilerini ifade edememeleri veya kendilerini gerçekleştirememeleridir.Toplum ve onun adına hareket eden gruplar bireysel ihtiyaçları görmezlikten gelerek onları yok sayarak, bunun karşısın kişiler benliklerini, egolarını ortaya koyacak eylemlerde bulunmaktan ve/ veya marjinal gruplara katılmaktan kaçınmayacaklardır.Bu da bire toplum çatışmasında aforoz edilen bireylerin kimliksiz kalmasıyla toplumun bilinç altında derin yaralar açarak içten içe çöküşün temellerini atacaktır...

       Geleneksel toplumlardan modern topluma geçiş hiç de beklenildiği gibi insanları şiddet eğilimlerinden vazgeçirmedi. Aksine daha da çok modernize olarak artırdı. Bununla beraber negatif kazanımları da oldu tabi. Mesela dünyada ve Türkiye’de suç işleme yaşı 14 olarak belirlendi...Çocuk suçluluğunu, yetişkinlik döneminde işlenen suçtan ayırt eden en önemli özellik, bu dönemin gelişiminde -problemli evre- ya da -geçiş evresi- olarak adlandırılan ergenlik dönemine rastlamaktadır. Gencin kendi kendine, -ben kimim-, kime benzemeliyim, başkalarına nasıl görünmeliyim, gibi sorular sorduğu ergenlik dönemi, çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir.bu dönemde ergen, ailesinin ve toplumun istek ve yasaklamalarına ısrarla karşı koyar.

          Birey ergenlik döneminde,hızlı bir bedensel ve ruhsal büyüme gelişme dönemine girer.Bu hızlı gelişmenin yarattığı dengesizliğin, bilgi ve deneyim eksikliğiyle de bir arada bulunması, gencin sosyal normlara ve yazılı kurallara uyum göstermesini büyük ölçüde zorlaştırır.Aynı zamanda, çevresinden toplumsal kabul bekleyen genç, beğenmediği bazı toplum kurallarını yeni düzenleyebileceğini düşünür.Bazı davranışlarının hiç kimseyi memnun etmediğini görür. Bunun, kendisinin kurallarının mahiyetini kavrayamamasından, gerçekliliği çok yönlü algılayacak bilgi ve deneyimlerden yoksun olmasından kaynaklandığını asla kabul edemez. O alabildiğine direnir, büyüklerin kurulu düzenini köhen ve kalıplaşmış bulur.Değişen dünyanın, değişen genç kuşaklarını anlamamakta direnen yaşlı kuşaklar da onu büyük ölçüde haklı çıkarmaktadırlar.kuşaklar arası sürtüşme zamanla sertleşerek, bazen de genci aile çevresinden kopararak, onların çetelere, marjinal gruplara, yasal veya olmayan örgütlere girmesine neden olur. Bunun sonucunda çocuk suçlarındaki artışların yanı sıra çeşitliklerinde de artışlar görmekteyiz. Çetelere katılma, örgüt elemanı olma, ereoin kokoin ve bali kullanma, sigara ve içki alışkanlıkları, hırsızlık, gasp, ırza geçme gibi suçlar bunlardan sadece bir kaçı.

         Sorun tabi ki bu suçların 14 yaşlarında veya 20 yaşlarda işlenmiş olması değil. önemli olan bu birey toplum çatışmasının önüne geçmek, insanları suça iten ve marjinal kılan faktörleri ortadan kaldırmak. psikoanalitik kuram çerçevesinde, bireylerin  nasıl bastırılmış duyguları, istek ve arzuları varsa, toplumun da bilinçaltı vardır...toplum adına sistem tarafından dışlanan, aşağılan gruplar, düşüncelerini, duygularını istek ve arzularını bastırarak toplumsal bilinçaltına atar...dışarıda normlara uyarmış gibi görünürken içerden de bilinçaltının etkisiyle birlikte yasalara ve normlara başkaldırmanın ve değiştirmenin gayreti içine girer...bunu içinde yine varolan yasaların, normların insiyatifini kullanır...kendi kimliklerinin kabul edilmediği bir toplumda kimlik kazanımının peşine düşerler.kendini toplum içinde ifade edemeyen bütün bireylerde bu tip marjinal kimliklere bürünerek mevcut sistemden öcünü almak istemektedirler.

        Öyle sanıyorum ki; toplumsal baskının olmadığı, ayrımcılığın yapılmadığı, ekonomik ve fırsat eşitliğinin olduğu, sağlıklı eğitimin olduğu, evrensel çıkarların güdüldüğü, statikonun olmadığı, bireylere ergenlikten itibaren kendilerini ifade etme ve gerçekleştirme özgürlüklerinin verildiği toplumlarda, huzurun ve dahası ideal demokratik toplumun fotoğrafı çekilebilir...

         Ve Tanrı Ademi cennetten çıkarıp indirdiğinde yeryüzüne, alındığında elinden bütün nimetleri, vurulduğunda yüzüne bütün acizliği; Prometeus Tanrılardan ateşi çalmamıştı, Sokrates düşündüğü için öldürülmemişti henüz...insanlar toplum olmayı düşünüp bir araya geldiklerinde, kendileri için kendi çıkarlarına korumayı birilerine verdiklerinde adalet kavramının artık tanrının elinde olduğunu anlamışlardı. 

Bilal Özbay

Bu site tamamen özgündür. İzinsiz veya isim belirtilmeden herhangi bir alıntı yapılamaz. Eserlerin bir kısmı Deyiş Dergisi tarafından yayınlanmıştır.

  
Bilal ÖZBAY