Günah Çıkarma Ayinleri On
Sus(muş) dudaklarım dilimi ısıran dişlerin
Sensizlikten kalma bir sükut içimde
Yanıyor bedenim kanıyor yüreğim
Her şey iğreti duruyor bende
Titrek bakışları var güvercinlerin
Gerdanlığı boynumda asılı
Acemi korkak ve yabancı
Bir umut bekliyorum kaçışlarında
Dönüp gelirsin belki diye şafakta
Aşkının mirasından kalan bana melankoli
Tat vermiyor yemek
Demlikte çay
Küllükte sigara
Adımı çağıran bütün (O) şeyler
Artık tanıdık gelmiyor bana
Kaçışının ardında bana kalan hüzün
Sendeki kefen beyaz bendeki kırmızı
Pandoranın içinde kalan tek şey umut
Bende duasın istersen sen unut
18.06.05
Büyük Ada…
Ey sevdiğim,
Ey içimdeki
yokluk, ey içine düştüğüm Yusuf’un kuyusu, ey rüyalarımın sultanı, ey azizem ve
ey sen. Ve ey gök yüzün’deki Züleyha yıldızım. Bulutların kapatmasın gecenin
mavisindeki güzelliğini.
Sensiz-liğin
kaosu içinde en anarşist duygularımla sana ve senin varlığına dair suçlar
işliyorum. Bu bir deliliğin yokluk çatışmalarının anlık nöbetleri. Ruhum bir
türlü alışmıyor bu sensizlik sendromlarına. İki kişiliği birden taşımak ağır
geliyor bu zayıf ruhuma. Bir tarafımda sen, bir tarafımda sensizliğin acımasız
yalnızlığı. Bütün günahlarımı bu yüzden masum görmeni umut ediyorum.
Ne zaman seninle
yaşadığımız bu kutsal mabede gelsem, ağlama duvarının dibine oturup
gözyaşlarımın tespihini çekiyorum adını her anışımda. Seccademde açılan ellerim
senin için yalvarıyor Tanrıya, senin için ve yüreğin için sevdiğim. Benim yaşlı
ve aciz kalmış ruhuma aşıladığın aşkının tekrar bende can bulması için
yalvarıyorum. Yüreğinin mermer soğukluğunun yerini aşk ateşinin alması için
yalvarıyorum. Her gece sabahlara kadar gözyaşlarımla ıslatıyorum bu kurumuş çöl
topraklarını. Sanrıların içinden çıkıp geliyorsun bazen, o güneşi yok sayan
gülüşlerinle. Ben gerçek dünyayı yok sayıyorum o zaman ve sanrılar ruhumun
kurtuluş ayinlerine dönüyor seninle. Ne sen gerçeksi işte o zaman ne de ben.
Bedenlerimiz bizde değilken bile sevişiyorken gizlice, varsın diller ayrılık
şarkıları söyleyerek unutkanlık nöbetlerine tutulsun.
İçim içime dar
geliyor işte her yokluk anında. O zamanlar ben yok oluyorum tanıdık yüzler
arasında. Kendimi sarı odalara kapatıp çöküşümün kitabını yazıyorum sana. Ben
çöktükçe sen daha da büyüyorsun inadına, inadına. Bütün bu kalabalıkların içinde
bile yalnız olmanın verdiği bu acımasız duyguyu bilemezsin benim kadar. Bilmeni
de istemem hiçbir zaman. Yalnızlık insanı daha bir bencilleştiriyor yarım
kaldığın an. Bir yarın diğer bir yarısının peşine düştüğü zaman işte yalnız
kalıyor insan. O hep önde sen hep arkada, sonra o daha önde sen daha arkada,
daha sonra o daha da önde sen daha da arkada. Bir de bakmışsın ki diğer
yarısının yokluğuna alışmış insan. Yok olduğuna alışmıştır aslında.
Ne yazık ki
sevince insan, yok saysan da yok olmuyor sevdan. İlahi bir diyalektik bu, aşkın
kısır döngüsü yani. Git demekle gidilmiyor, bitti demekle bitmiyor. Aşkın ikici
yüzüyle karşılaşıyor insan. Acısıyla, kederiyle yüzleşiyor. İşte aşk en büyük ve
güçlü sınavını burada istiyor sevgiliden. En zor sorularını soruyor sevgiye
dair, en yüce hakikatleri istiyor cevaplarda. Bu öyle bir sınav ki sevdiğim, söz
yetmiyor, yazmak yetmiyor, hal de istiyor; o hal ki, delirmek, o hal ki koşmak,
çaba sarf etmek, delicesine istemek…
Suçlamıyorum
seni hiç, alınma sana olan sitemlerime, varsa bir günahım mazur gör. Sen
sevgilisin ben aşık, benden daha erdemli olmalısın bu yüzden, benden daha bilge.
Ben acizim tersine, ben güçsüzüm aşkından. O bildiğin dağ gibi adam değilim hem,
o gölgesinde serinlediğin ulu bir çınardan eser yok, bütün dallarımı da budadın
giderken, yaptığın aşıları söküp ta ciğerimden nefessiz bıraktın beni. Ben hasta
bir adamın ecelini bekliyorum yokluğunda. Yine de ayakta değilsem, yine de
koşamıyorsam peşinden, sürünüyorum işte. Sürünüyorum peşinden. Susuyorum
hararetimden yorgunluklarımda, sen bir an geri dönüp bir parça pamuktan su
vermiyorsun çatlamış dudaklarıma. Ölüme terk ediyorsun sanki beni bu yalnızlığın
sarı odalarında. Bir damla su aşkına ey sevgili, bir damla su aşkına…
Nefes alamıyorum
artık, daraldıkça daralıyorum. Yordukça daha çok yoruyor beni bu şehir. Kaçasım
geliyor bi an, kaçıyorum. Prens Adalarına atıyorum bu yorgun ve yalnız ruhumu.
Ne kadar kaçarsan kaç her şeyden kaçıyor da insan, bir tek kendinden kaçamıyor
hani. Bir tek senden kaçamıyor. Hani söküp atabilsem şu yüreğimi belki çare
olacak kaçışlar, olmuyor ama güzelim, olmuyor. Nereye gitsem sen ordasın ve her
zaman baktığın gibi bakıyorsun yüzüme, her zaman konuştuğun gibi sesin geliyor
kulaklarıma. İçime kezzapla kazıdığın bu iz, bu giz ölümden medet umuyor ancak.
İşte bu daha da
büyük bir aldanış. Ölmek sanki yok edecekmiş gibi seni. İnanıyorum ki bu aşk, bu
deli sevgi mahşer yerinde de bulacak beni. O gün beni bütün günahlarımdan
kurtaracak tek bir amelim varsa o da seni ölesiye sevmekti ey sevgili. Seninle
yaşadığım bütün güzellikler ve sevaplar sağımdaki meleğe emanet, yaşadığımız
bütün günahlar ise solumdaki meleğe. Seninle paylaştığım hiçbir şeyden pişman
olmadım ve olmayacağım, bir gün bunun için yanmak gerekirse onun için de
yanacağım. Ancak senin sevgin ve affın kurtarabilir o gün beni sevgilim.
Sevginden ve merhametinden yana umutluyum sevgili. Sevgi emektir, sevgi
bağışlamaktır, sevgi ne olursa olsun vazgeçmemektir.
Seni seviyorum
ey sevgili. Bütün nefretlerine ve bana yüklediğin azaplara rağmen seni
seviyorum. Ki sevmek kadar yüce bir duygu daha yok bu yalan dünyada. Tek
hakikatim seni sevmek sevdiğim. Bunu ölçüsü yok, bunun sınırı yok, sonsuzluğun
ırmağından yüreklerimize taşıp gelen bir sır bu duygu. Ben sana bağışlıyorum
yüreğimi işte. Senin de bana bağışmış olduğun gibi önce.
Ey sevgili,
sakın hor görme sana olan bu sevgimi, sakın yalanlama. Sen de günahkar olursun o
zaman ki seni bağışlayacak bir sevgili bulamazsın ne bu dünyada ne öteki
dünyada. Kendi ateşini kendin yakarsın o zaman da yanmak bile kurtarmaz günakar
ruhları.
Bana sarıldığın
gibi sarıl sevgime.
Beni öptüğün
gibi öp.
Aşkıma inandığın
gibi inan sevgime.
Beni okşadığın
gibi okşa.
Zamanı
durdurduğun gibi durdur kederlerimi.
Beni kokladığın
gibi kokla.
Seni sevmek,
sadece seni…
Bilal Özbay
22.06.05
Sarı odalardan…
|