Ana Sayfa Günah Çıkarma Ayinleri
 
 
online
E-mail: bilal_ozbay@tnn.net

     

 

  

Günah Çıkarma Ayinleri 5

 

Sevgili hanımefendi, anladım ki aşk bu yaşamdaki en güçlü zayıflıkmış. Hiçbir hastalık, kıtlık ya da fakirlik beni böyle çaresiz düşürmedi. İngiliz hanımlarının ve delikanlıların ince hastalık dedikleri veremden ölmelerini şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Aşklarından dolayı verem hastalığına yakalanırlarmış; bu ince hastalık onları güneşin ateşinden yaprakları sararttığı gibi sarartır, sevgilinin onlardan uzaklaşması, araya bulutların girmesi bedenlerini dal gibi zayıflatırmış, yürekleri acıdan ve kederden öylesine kanarmış ki kan tükürürlermiş. Sonları yaklaşırken ve doktorlar onların bu hastalığına bir ilaç bulamazken onlar gülümseyerek ölümü beklerlermiş. Ölüm onlar için bir yok oluş olmadı, sevgilileri için aşkından dolayı ölebilmenin ve canlarını bu sevgi için bir bedel olarak verebilmelerinin sevincini yaşayarak ruhlarını teslim ettiler.

Bu ince hastalıktan ölenlerin hepsini senin bana verdiğin aşk ile kutsuyorum. Ve onların ruhlarını şükranla anıyorum.

 

***

Memleketin birinde çok ünlü olan bir çiftçi varmış. Adam öyle bir gül bahçesi yapmış ki, bu bahçeyi görenler cennette olduklarını düşünürler ve gerçeklik duygularını yitirip yokluğun uzamı içinde kaybolurlarmış. Bu bahçede dünyanın her bir yerinde olan çiçeklerin her bir türünden varmış. Saraya bile çiçekler bu bahçeden gidermiş. Kraliçe ve prenseslerin özel isteklerine göre de çiftçi bahçeler oluşturmak için zaman zaman sarayın yolunu tutar ve kralın övgülerini alırmış.

 

Bir gün prenses bahçıvanı huzura çağırmış, demiş ki, öyle bir gül olsun ki bana sunacağın hediye, hem çok güzel görünsün, hem çok güzel koksun hem de zehirli olsun. Bunu duyan bahçıvan hiç şaşırmamış ve anlamış hanımefendinin maksadı muradını. Emriniz olur sultanım diyerek huzurdan ayrılmış ve çiftliğine dönmüş. Doksan dokuz gün ve gece çalışarak prensesin istediği gülü büyütmüş. Öyle güzel bir gül olmuştu ki gül, bir sanatçının en güzel eseri gibiydi. Bahçıvan bu gül için prensese, tam istediğiniz gibi sultanım diyerek devam etti anlatmaya, aşkın kırmızısını, menekşenin mavisini, nergisin kokusunu, lalenin nezaketini, zakkumun zehrini bu güle verdim. İnanın sultanım, onu gören sahip olmak isteyecek, sahip olan koklayacak, koklayacak olan ecelini onda bulacak dedi. Bunu duyan prenses, bahçıvanı ödüllendirerek festivallere kadar ona bakmasını istedi ondan.

 

Bahçıvan onu bütün güllerin uzağına bir gölün ortasındaki adacığa dikti. Olurda bu güzelliğe kanıp insanlar onu koklarlar ve yaşamlarından olurlar diye. Bu gülün hikâyesini duyan halk çiftliğe akın etmiş ve bunun hikmeti sebebini merak edip dururlarmış.

 

Festival günü gelip çattığında bir ferman yayınlanmış saraydan. Kim bu gülü koklayıp ölmezse prenses ile evlenecek ve bu ülkenin en şerefli ve şanslı erkeği olacak. Bu yarışa, sınıf farkı gözetmeksizin herkes katılabilecek, bilge olan er kişi yaşamda kalıp prensesle evlenecek, bu işin sırrını çözemeyenler ise şerefli bir şekilde ölmüş olacaklar. Bu yarışa katılmak isteyen ve ölümü peşinen kabullenen yüz erkek toplanmış saraya. Hepside prensesin huzuruna çıkıp sadakatlerini ve canlarını sunmaya hazır olduklarını dil ve hal ile kralın önünde beyan etmişler.

 

Her gün bir kişi bu gülü koklayacak, eğer ölürse bu adam o gün törenle toprağa verilecek, ölmezse saraya damat olarak girecek ve prensesin kalbini kazanacak.

 

Festivaller için bu ülkeye gelen binlerce insan bu işin sonunu beklemeye başlamış, bu arada bir taraftan ticaretini yaparlarken bir taraftan da kulaktan kulağa yayılan konuşmalar onların eğlencesi olmuş. Bir gün iki gün derken, doksan dokuz gün dolmuş, doksan dokuz şehit toprağa verilmiş. Bunun kirli bir oyun olduğunu düşünen halk bir taraftan bu işi bir trajediye döndüğünü belirtirken bir taraftan da bu işin hikmetini merak ediyorlardı.

 

Yüzüncü günün sabahında tek bir delikanlı kalmıştı. Bütün arkadaşlarının öldüğünü görmesi onun cesaretini de kırmış bir taraftan korkmaya başlamıştı. Ancak sözünden de dönemezdi. O da artık ya ölecek ya da muradına kavuşacaktı. Doksan dokuz gün bu gülün gizemini çözmeye çalıştı, artık tek bir günü kalmıştı. Güneş battığında ise artık bu işin sonu gelecekti. Halk bütün işini ve gücünü bırakmış bu gencin kaderine tanıklık ediyordu. Gül bahçesi bir tarikatın avlusuna dönmüş gibi eller açılmış tanrıya dua ediyorlardı, hem ölen gençlerin ruhu için hem de bu gencin başarısı için.

 

Bu genç de vilayetin birinde valinin kölesi olan bir bahçıvandı. O da birçok güzellikte güller yetiştirmişti ama bu gülün gizemini bir türlü çözemiyordu. Bu güzellik için ölmek onun için de bir güzellik olabilirdi. Güle yaklaştıkça gülün büyüsü onun bütün bedenini ve ruhunu sarıyor, aklı başından gidiyor, sarhoşluk bütün bedenini kaplıyordu. Şimdi arkadaşlarının bile bile nasıl ölüme gittiklerini daha iyi anlayabiliyordu. Bir metre uzaklıktan onu seyretmeye başladığında güneş de batmaya başlamıştı. Az sonra belki gelen karanlıkla birlikte onun bedeni de bu toprağa karışacaktı. 

 

Prensese ve kalabalığa doğru dönerek ölürsem beni bu gülün kökleri arasına gömün efendim dedi. Ve toprağı elleriyle kazmaya başladı. Gülün köklerine ulaştığında onu söküp çıkardı, ancak gülü koparmak yasaktı ve o da bunu biliyordu. Bu gülü kokladığında ölmese bile kralın emrine karşı geldiği ve bir yasağı çiğnediği için ölecekti.

 

Gülü eline alıp, gölü yüzerek geçti, kendisi gibi gül de sırılsıklam olmuş ıslanmışlardı. Gölden çıktıklarında ikisinden de su damlıyordu. Delikanlı prensesin önüne gidip ayaklarının dibinde diz çöktü ve gülü koklayarak prensesin eline uzattı. Su damlacıkları hala gülün üzerindeyken prenses de gülü koklayıp kralın önüne koydu.

 

Herkes bu işin nasıl sonuçlanacağını merak ediyordu. Bütün gözler kralın üstüne odaklanmış ve bir ölüm sessizliği ortalığı kaplamıştı. Kral delikanlıya doğru döndü ve:

 

“ genç adam gülü koklayarak ölmedin ve kızımın gönlünü kazandın. Bu seni yaşamda tutacak ancak kuralları çiğneyerek de bana karşı geldin bu da ölümüne neden olacak” dedi ve ekledi: “şimdi bu işin hikmetini bize söyle bakalım”dedi.

 

Genç adam, dizleri üzerinden doğrularak krala döndü ve şu bilge sözleri söyledi: “ sevgili efendimiz, bu gül sahibi tarafından doksan dokuz günde ve gecede yetişti, bütün güllerin güzelliğini ve kokusunu, her güzelliğin olduğu gibi zehrini de kendinde topladı. Doksan dokuz günde güzelliğiyle sarhoş ettiği arkadaşlarımın canını alarak, onların şehadetiyle güzelliği değerli hale geldi. Yine sizin emrinizle ve düşüncenizle bu yarışmaya katıldım ve sizin amacınıza hizmet ettim. Eğer gülü koparmadan koklasaydım ölecektim ve bu sizin amacınızı boşa çıkaracak ve halkın önünde küçük düşürecekti. Yine sizin amacınız için sizin kurallarınızı ve yasaklarınızı çiğnedim. Ve aşkım için öleceğimi bildiğim halde prensese olan sadakatimi sunmak için, en yüce güzellik için bu gülü koparıp sultanımın önünde kokladım. Gülü kokladığımda beni yaşamda tutan üç şey vardı. Birincisi, prensese olan aşkım ve inancım, ikincisi gülü topraktan kopardığımda gücünü kaybedeceğine olan inancım ve üçüncüsü de gülün ıslandığında zehrinin akacağına olan inancımdı.” dedi ve ekledi.

 

“sevgili kıralım, sevgili kraliçem ve uğruna her şekilde ölmeye hazır olduğum prensesim. Mazur görürseniz dilim döndüğünce içimdeki aşkımı ölmeden önce şahsınıza sunmak tek dileğimdir. Unutmayınız ki, aşk ölümü göze almaktır, sevgili için ölmeye hazır olmaktır. Ancak aşık olan kul, sevgilisinin rızasını ve sevgisini kazanmak için bazen kırala bile karşı gelebilir, aşkından hiç olmadık şeyler yapabilir hatta aşkının gücü karşısında kendi canına bile kıyabilir. Ben de size olan aşkımı sunabilmek için sizin buyruklarınızı çiğneyerek sizin için ölmeye hak ettim. Bedenim ve ruhum sizin elleriniz ve dudaklarınız arasındadır efendim. Çünkü inanıyorum ki, asıl sevgi, sevgiliyi bütün günahlarıyla kabul etmek ve onu bağışlamaktır. Sizin aşkınız için ve hayatım için size yalvarmayacağım çünkü bu da benim için acizlik olur ki beni sizin ve halkımın karşısında küçük düşürür ve onurumu zedeler. Son sözüm ise sizin mutluluğunuzdur efendim” diyerek sözlerini tamamladı.

 

Kral, bu bilge sözler karşısında kızına dönerek, “sevgili kızım, bu aşık adam senin sevgini ve kalbini kazanmak için yasaları çiğnedi. Emrime karşı geldi. Senin fikrin benim kararımda etkili olacak, ne dersin?”dedi.

 

Prenses ayağa kalkarak bir delikanlıya baktı bir de babasına ve tekrar babasına karşı dönerek şöyle dedi:

“ ey kralım ve sevgili babam, bu adam sevgimi ve sadakatimi kazanmak için ölmeye hazır olan en cesaretli bir aşık, sevgimi ve sadakatimi ona bağışlıyorum, ancak eğer ölmesine izin verirseniz bir daha asla evlenmeyeceğim ve benim için ölen doksan dokuz gence yazık olacak. Sizin de izniniz olursa onun bağışlanmasını arzu ediyorum.”

 

Bunun karşısında kral halka dönerek şöyle dedi:

“Ey halkım, bu adamı kendi emrime karşı geldiği için şahsım ve kızım adına bağışlıyorum ancak yasalara karşı geldiği için de sizin huzurunuzda yüz kırbaç cezasına çarptırıyorum.”

 

Halk bu karar sonrasında hayli şaşkına döndü ve aralarında konuşmaya başladılar. Affedin diye bağırmaya başladılar. Ancak kral buna müsaade etmedi ve emrin yerine getirilmesini emretti. Yasalar bir toplumu ayakta tutan tek şeydir kim bu yasalara uymazsa kızım dahi olsa cezasını bulacaktır diyerek sözünü bitirdi.

 

Genç adam direğe bağlandı ve sırtındaki gömlek çıkartıldı. Kırbaççı gelecekte kralı olacak bu delikanlıyı cezalandırmaktan korkarak emri yerine getirmeye başladı. Prenses delikanlının ellerini tutarak masmavi gözleriyle onun acısına ortak olarak güçlü olmasını sağlıyordu. Kırbaç vuruldukça kalabalıktan ir ah sesi geliyor meydanı kaplıyordu. Daha elli kırbaca gelmeden deli kanlının sırtı kanlar içinde kalmış bedeni gül kırmızısına boyanmıştı. Ancak o gözlerini prensesin gözlerinden ayırmıyor, sanki hiç acı duymuyordu. Yüz kırbaç sonunda delikanlının sırtı parçalanmış, derisi soyulup lime lime olmuştu. Bedeni bu acıya daha fazla dayanamamış ve baygın düşmüştü. Ceza uygulandığında delikanlıyı hemen saraya taşıdılar. Doktorlar onun iyileşmesi için ellerinden gelen tüm çabayı sarf ettiler.

 

Delikanlı gözlerini açtığında prensesin gözleriyle karşılaştı ve o masmavi gözlere bakarak şöyle dedi: “ Sizin aşkınız için ölmek ve acılar çekmek benim için şereftir sultanım.”

 

***

Sevgili hanımefendi, bu hikâyede olduğu gibi aşk acı çekmekle gelir. Hiçbir güzellik emek sarf etmeden, çaba göstermeden ve acı çekmeden kazanılmaz. Farkındayım senin aşkın uğruna, aşkını hak etmek için günahlar işledim belki, beklentilerinizin aksine davranışlar gösterdim, biliniz ki tüm amacım senin sevgini ve sadakatini kazanmak içindir. Özlemin aklımı başımdan alıp bana olmadık şeyler yaptırdı. Eğer ben aşıksam size binkere kapından kovsan da yine de dileneceğim aşkını, ta ki beni bağışlayıp bağrınıza basıncaya kadar.

 

Eğer ölmekse aşkın kanunu, senin elinden olsun, ecelimle yatağımda ölmek bana yakışmayacaktır. Sevgi ve merhametinizi diliyorum sadece.

 

Bilal ÖZBAY

10.06.05

 

Bu hikâyeyi, bu gece senin için kaleme aldım ve senin aşkına ithaf ediyorum seda hanım. Sen istersen kaç, inanmak isteme sevgime, olsun ben sensiz de yaşıyorum işte. Acı çekerek, ağlayarak… Umurunda mı acaba?

Bu site tamamen özgündür. İzinsiz veya isim belirtilmeden herhangi bir alıntı yapılamaz. Eserlerin bir kısmı Deyiş Dergisi tarafından yayınlanmıştır.

  
Bilal ÖZBAY

 
sen gidince sevdiğim,

Bütün kalemler kırıldı elimde.

Kendi ipimi kendim çektim,

İhanetinden önce.

 

İlk senin gözlerine düştü cemre.

ilk sende ısındım soğuk gecelerde.

sana yandım bir tanem.

ve yine sende yanarım her ateşte.