Ana Sayfa Günah Çıkarma Ayinleri
 
 
online
E-mail: bilal_ozbay@tnn.net

     

 

  

 

Günah Çıkarma Ayinleri 8

 

 

Aşk, sana giden ölüm yoludur sevgili

Arasat’tan gelip Mahşere kadar uzanan

Galu Bela’dan ta cennete kadar

Sevgiliyi bulma ona kavuşma yoludur

 

Sevmek bir kafiri bile yine onun için

Kendini bile unutmaktır an geldiğinde

Kıyamet günü hiç kimsenin aklına gelmese de

Aramaktır sevgiliyi mahşer yerinde

 

Ey sevgili, ey tanrının kızı Meryem

Kimse inanmasa da ben inanıyorum saflığına

Bakire bir kızken ben’i doğurduğuna

Varsın bilim imkânsız desin isterse buna

 

İmkânsızın peşinde olmaktır aşk

Olmasa da gerçekliği vardır bir hikmeti

Ben bilmeyi, gerçeği ve inançları geçtim katında

Aşk hakikati bulmaktır sevgilinin yolunda

 

Ey sevdiğim, işte aşkım avuçlarında

Kutsal bir kadeh içinde ikrama gelen

Kabul et ki, can bulsun aşık

Yüz çevirirsen düşer can mercan teninden

 

Ey sevgili, ey aşkına kurban olduğum, ey canımı yoluna serdiğim, ey gök yüzün’ü bana kapatan, ey alın yazımın çilesi, ey aklımın firari yolcusu, ey sılam, ey gurbetimin yitik hasreti. Gecelerim ve gündüzlerim, gözlerim, gözyaşlarım, gençliğim… Gel de sürgün etme bu günahkâr ruhumu, gel de geleyim cennetine. İstersen bütün günahkâr kullarınla birlikte at beni de cehennemine ancak sana inanmış ve aşkına iman etmiş biri olarak yine de umut ver affına dair ki ben, binlerce kez yanarım ve acı çekerim, yeter ki bir umut ver merhametinden yana, bir ışık ver sevdiğim.

 

Hani bana bir gün, aşk nedir demiştin de ben sana, aşk, “nedir” sorusunun cevabı değildir demiştim. Aşk bilinmez, bilinemez, bu yüzden tanımı da olmaz, tarifi de. Aşk bir hal ilmidir. Bu hali de yaşayandan başka kimse bilmez. Biz her ne kadar âşıkları görsek de, onların bildiklerini bilemeyiz, hani sorsak o zaman âşıklara da öğrenmek istesek; o zamana kadar deliler gibi sayıklayan âşık susar, dili bağlanır da konuşamaz, gözlerinden anlarsın ama asla anlatamaz. Bu yüzdendir insanların âşık olmak istemesi.

 

Aşk cennetteki en güzel, en leziz ve sonsuzluğun bir meyvesi olan ağacın çiçekleridir. Ab-ı Hayatın yolu da bu ağaçtan geçer, her yıl nisanla beraber bu ağacın çiçek tozları meltem rüzgârlarıyla beraber dünyanın üstüne iner. Alerjik bir hastalık gibi kadın erkek herkesi sararak aşk duygularını kalplerine salar. Kim bu hastalığa yakalanıp kurtulamazsa artık vay onun haline. Artık sevgilinin hasretinden bu dünyadan kesilip yüzünü cennete ve sonsuzluk meyvesine diker. Bunun tek çaresi de sevgili için cefa çekmek ve çile çekmektir. Her güzel şey gibi onun da bir bedeli vardır elbet. Sevgili için şehit olmak. Ve tanrının sözüdür ki sevgili uğruna ölenler salında ölmemişlerdir, onlar cennet bahçesindeki ölümsüzlük ağacının meyvelerinden diledikleri gibi beslenerek aşkın hazzını sürdürürler.

 

Önce sen aşıktın, şimdi de ben. Sen garipsiyorsun bunu değil mi? Nedenler arıyorsun kendince. Neden diye sorup duruyorsun durmadan ve dinlenmeden. Şimdi senin yerine neden ben aşık oldum ve benim yerime neden sen sevgili oldun.

Bu hiç de olamaz bir şey değil aslında. Tarihte de hep böyle olmuştur aşklar. Önceleri ben senin için ulaşılmazdım, sen katran gecelerinde beni yücelterek göklerin, gecelerin ve kalbinin tanrısı yaptın. Senin yüreğinde Zeus’tan bile daha güçlüydüm ben. Ben sende büyüdükçe tersine sen küçülüyordun ve acı çekiyordun bu yükün altında. Hayallerin sanrılara dönüşüyordu kuşluk vakitlerinde. Durmaksızın ağlıyordun ve yakarışların ve yalvarışların bana kadar geliyordu. Ne olur anla gözlerimden anla sevdiğim diyordun, seni nasıl deliler gibi sevdiğimi anla.  

 

Gözyaşların oluk oluk akıyorken ellerimin arasından, kirpiklerin bentler tutuyordu seni boğmak için bir çift tuz gölünde. Bazen ben bir bakışımla yıkıyordum o bentleri, sular nehirlere dönüyordu. Sen daha çok ağlıyordun aksine, taşırmak istiyordun denizleri. Yüreğin dayanmıyordu sonra bu nisan yağmurlarına. Kasılıyordu yüreğin, nabız atışların haddini aşıyordu bilmeden, sen baygın düşüyordun hayalindeki sevgilinin kollarına. Ayıldığında sayıklıyordun; ne olur anla gözlerimden senin için canımı vereceğimi diyordun, anla sevdiğim, anla ki, nefes alayım, anla ki yaşayayım diyordun.

 

Bir gün bana bir elçi gelmişti katından. Kendi yaptığın zehri içmişsin. Nefesin kesilmiş, bayılmışsın. Sana geldim, senin cennet bahçene; bu öyle bir bahçeydi ki, içindeki en güzel çiçek sendin. Zeus’un karısı Hera’dan gizleyerek geldiği Afrodit’in havuzlu bahçesi gibiydi. Sen soğuk bir mermerin üstünde uzanmış yatıyordun. Zeus gibi kimselere görünmeden geldim sana, bir kuğu kılığında. Kimselerin olmadığı bir zamandı o zaman, hayır zamanın durduğun andı o an. Bir lahza gibi donuk kalan eşyalar, bir ben canlıydım, bir sen ölüyordun o zaman. Elin, hayır ellerin ve parmakların, perilerin kıskandığı elerindendi. Ellerini tuttum gizlice, ellerin ellerim oldu, bir tılsım ki parmaklarımdan başlayarak bütün bedenimi ateşlere attı. Bir kölenin dudakları kadar çatladı ateşinin yangınından. Yangınına çektin dudaklarımı, yangın ellerini öperek.

 

Gözlerin, güneşin geceyi aydınlattığı gibi aydınlattı bütün cennet bahçesini. Göz kapaklarının arasından iki gök doğdu dünyaya, iki deniz. Biri sema kadar yüksek biri Hint Okyanus’u kadar mavi ve derin. Beni hiç olmadığım kadar sonsuzluğunun içinde kara deliklerine kadar çeken, çektikçe parçalayan, parçaladıkça ölümsüzleştiren bir ölüm. Ben ölürken sen doğuyordun. Sen ölürken benim sende doğduğum gibi.

 

Aşk ile boynuma atılıp ateşin içine düşmüştün ve hala sayıklıyordun aşkının ateşinden. Nabızların yine yüz kırka vuruyordu. Ve haykırıyordun:

Ne olur sevdiğim bırakma beni bu yangının içinde

İstesen de yanacağım istemesen de

Acılarıma, gülüşlerime, sıcaklığıma yaklaş

Korkma güzelliğimin mehtabından

Bu öyle bir sevgi ki tutku değil aşktır katından

İste bütün cennet bahçem senin olsun

Yeter ki bir damla su ver dudaklarından.

 

Ben korkuyordum aksine. Yasak bir ilişki bu sevgili, ya duyarsa öteki tanrılar, affı yoktur evrenin kanununda. Bütün gücümü yitirir ve ruhumu kaybederim tur dağında. Yüreğimi kartallar parçalar, be yine de ölmem inadına. Bilirsin ki ölümsüzdür tanrılar suçlu da olsa.

 

Senin yalvarmaların da boşuna, onlar işitmezler bir ölümlünün yakarışlarını. Benden başka kimse duymaz senin yüreğinden gelen o güzel sesi.

 

Sen çaresizlikler içinde öyle bir baktın ki gözlerime, eridi bütün çelik zırhım. Tacım düştü ayaklarının dibine. Pelerinim ayaklarıma dolandı. Gök yüzü’n yerle sema arasına dolandı.

 

Senin için binlerce kez ölmeye hazırım sevgili dedin sen, ya beni de al cennetine, ya beni de gönder cehennemine.  

 

İnan sevdiğim inan dedin, senin için atan şu kalbimin ayetlerine. İnan ki İsa’yı ben doğurdum en bakire halimle, inan ki anlam bulsun bu içimdeki dava. Anla ki tek dileğim gerçek olsun bu dünyada. Sevgilim ol, eşim ol, yoldaşım ol bu dünyada ve ötelerde.

 

Bütün mucizelerine şahit oldum ey sevgili. Ve bütün tanrılara rağmen inandım sana. İnandım bana ölüm getiren aşkına.

Bir tek yolu vardı sadece bu işin. Senin olduğumu haykırmanın bir tek yolu. Benim olduğunu haykırmanın bir tek yolu. O da zaman sevdiğim. Eğer tanrıların panayır zamanının geçmesini bekler ve o vakte kadar sabredersen ve bu konuşmalarımızı gizli tutarsan sana geleceğim. Hiç bilmediğin ve hiç görmediğin bir şekilde geleceğim. O zaman geldiğimde Musa’nın Tur dağında bayıldığı gibi bayılacaksın aşkından. Öyle geleceğim ki buna tanrılar bile şaşacak. Ey sevdiğim aşk için ölmek gerekirse eğer ve sen ölümsüz olamayacaksan bensiz, ben ölümlü olmayı seçiyorum seninle. Ve seninle veya senin olarak ölmekten şeref duyacağım.

Bunun içinse tek şartım var o da zaman, sadece zaman. O zaman geldiğinde göreceksin sana nasıl geldiğimi.

 

Söz vermiştin. Ölüm gelse de direneceğim demiştin. Hatırla ey sevgili.

 

O zaman geldi. Ben tanrıların katından çekildim dünyana. Şimdi sen yoksun, tanrılar bütün azaplarını üstüme salmakta, sen yoksun, günahkarlar bütün günahlarını sırtıma yüklemekte, sen yoksun. Hepsinden acısı sensizlik bu ölümlü dünyada, sen yoksun.

 

Senin bütün yalvarışlarını ve dualarını duydum ve acılarına ortak olmak için sana geldim. Zehrine panzehir olmak için zehrini içtim ey sevgili. Şimdi sen diyorsun ki, neden bu çırpınışların, neden bu acıların, neden bu yalvarışların?

 

Zehrini içtim ey sevgili, kurtulmam imkansız ve an be an tükeniyorum sensizlikte, ölüyorum. Sen duymuyorsun.

 

Aşk iki tarafı keskin bir bıçak, neresinden tutarsın tut kalbini yaracak. Bir tarafı körelirse diğer tarafı intiharın olacak. Bir tarafı bilenirse ölümüm elinden olacak.

 

Ey sevgili, bütün bu kendimi küçültmem karşında, aşağılanmam, rezil rüsva olmam aşkının bana akıttığı zehrindendir. Ya gelir panzehir olursun yaralarıma ya ben ölürüm gün be gün yoluna.

 

Cüzamlı bir hasta gibiyim yokluğunda, saçlarım beyazlıyor, etlerim çürüyor, dişlerim dökülüyor, ben gün be gün ölüyorum, sen yoksun sevgili.

 

Dün sesini duydum, küfrediyordun ben sesinin tebessümünden gülüyordum.

 

14.06.05

Bilal Özbay

 

Sarı odalardan...

Bu site tamamen özgündür. İzinsiz veya isim belirtilmeden herhangi bir alıntı yapılamaz. Eserlerin bir kısmı Deyiş Dergisi tarafından yayınlanmıştır.

  
Bilal ÖZBAY

 
İçimi sevginle doldur aşkım,

gönlüm kucaklasın tüm gök yüzünü.

 

Tanrının elindeki yazıt,

alnımızdaki çizgilere kanıt.

sendeki elif, bendeki mim.

ezberimdesin su gibi,

ayet ayet içimdesin sevdiğim.