Ana SayfaÖykü Kapak
 
 

     

 

  
Deli Ali

 

Bir deli vardı köyde, adı Ali’ydi. Bu yüzden herkes ona deli Ali derdi. Hiç kimse Ali abi demedi ona, çocuklar bile deli dedi. Hiç kimse kardeşim demedi. Hiçbir çocuk baba diyemedi, hiçbir kadın kocam diyemedi. Anne babası onunla hiç gurur duyamadı, onun hiçbir işi olmadı. Hayat kaygısı olmadı hiç. Ne yerim, ne giyerim, nerde yatar nerde kalkarım diye bir derdi olmadı. Doğa ona ne verdiyse onla yetindi sadece. Kim ne verdiyse yedi, karnı doydu, kimse bir şey vermediğinde aç kalıp açlığın hazzına vardı. Hiç kimseden bir şey istemedi. Kim ne verdiyse giydi; babaların eskimiş paltolarını, eskimiş ayakkabılarını giydi. Zengin sofralardan arta kalan bayatlamış ekmeklerini yedi,  bahar geldi bostandaki, kırdaki meyvelerden yedi, ormanda yaprak yedi, kırda ot yedi beslendi ama hiç kimseden dilenmedi.

 

Deli Ali’ydi onun adı. Herkes bilirdi ki o iyi bir deliydi. Aslında hiç kimse ondan bir delilik görmedi. Çocukluğundan beridir cemaatle namazını kılar, herkesten önce köy camisine o girerdi, halının üzerinden sevaptır diye tozları o toplardı. Ramazanda oruç tutardı ve iftar oluncaya kadar çatlasa yemek yemez, su içmez ve hiç kimseyle konuşmazdı. Onun bu halinde bile başkalarına göre bir delilik vardı. Arkadaşı olmadı onun hiç, ama insanların arasına karışır onlarla birlikte oturur ve sohbet ederdi. Köy kahvesine her akşam gider bir masaya sıkışırdı, masadakiler çay ısmarlarsa içerdi. Kahveci isterse çeşmeden bidonlarla su taşırdı, bundan da hiç gocunmazdı. En azından yediği yarım ekmek tostun karşılığında bir emek sarf ederdi. Hiç kimseyi kırmadı, hiç kimsenin söylediklerinden de alınmadı, kırılmadı. Cenaze olduğunda mutlaka cenaze namazına giderdi ama yine de hakkını helal ederdi. Ardından, meyitin gecesine, yedisine, kırkına, elli ikisine ve yılında okutulan mevlit gecelerine de giderdi. Herkes gibi Yasin’i huşu içinde dinler, dua ederdi ve bir mümin gibi hep beraber aşk ile bir daha diyerek Kelime-i Şehadet de getirirdi.

 

Deli Ali köyün en meşhur adamıydı. Kaymakam bile onu tanırdı. Köye kim gelirse gelsin hemen yanına otururdu. İlçenin polis amiri, jandarma komutanı, seçim zamanı köye gelen seçim delegeleri, parti başkanları, Almanya’da yaşayan, orda doğup gelenler, madende çalışanlar hep onu bilirler ve tanırlardı. O kimseyi hayal kırıklığına uğratmadı elli iki yıldır. Kim nerden gelirse gelsin köyün meydanında, kahvelerin önünde ilk tanıdık yüz olarak onu görürdü, ilk ona selam verirdi. Onu kucaklamazlardı ama “ Na’ber lan deli Ali?” demeyi de unutmazlardı. Geldikleri yerden arkadaşlarına, ailelerine ne getirmişlerse bütçelerine göre deli Ali’ye de mutlaka en az bir paket sigarayla gelinir ve gönlü hoş edilirdi. O da eskilerden kimi görse yanına gelir “hani öpücük yok mu öpücük” derdi.

 

Bir söz vardı hatırladığım “delidir ne yapsa yeridir” diye, o bu deliliğe uyacak bir delilik yapmadı hiç. Ne bir hırsızlık yaptı ne de bir başkasının tavuğunu “kışt” dedi. Deliydi ama öyle akla gelecek delilikleri de yoktu. En hocadan daha hoca, en hacıdan daha hacı, en ahlaklısından daha ahlaklıydı. Anası da hiç evermedi onu, çocukları da onun gibi deli olur diye. Hem kendini akıllı bulan hangi kadın varırdı ki ona, hangi kadın çocuklarını doğururdu, hangi kadın yatağını paylaşırdı. Hangi kadın şehvetini doyururdu. Hiçbir akıllı kadın yapmazdı bütün bunları. Deli olmalıydı sadece bunları yapmak için. Ve ancak bir deli olabilirdi Deli Ali’ye varacak biri. Annesi o zaman da bir deli zaten bana yetiyor, ikisiyle birden kim uğraşacak derdi. Derdi demesine ama içi de hep cız ederdi ana yüreğinin. Onun akranlarına bakıp ağlardı, torunları olsun isterdi ama hepsinden önce oğlunun ailesi olsun isterdi. Ona varacak cesur bir kadın olsaydı. Ama yoktu işte. Kahroluyordu, isyan ediyordu, adaklar adıyordu ama olmuyordu işte. Ve beddualar okuyordu onu döverek bu hale getirenlere. Lanetler okuyordu ona vuran ellere. Beddualar ahşap evin tahtları arasından bütün cinleri de korkutarak göğe yükseliyordu. Bedduanın arasından çıkan iniltiler ve haykırışlardan odanın hemen altında buluna ahırdaki hayvanlar bile tedirgin oluyor, evin önünde bağlı olan köpekler bile ulumaya başlıyordu. Bu ulumaları duyan komşular, sabaha bir adamın öleceğine yoruyorlardı. Öyle ki Şeytan bile bu beddualardan nasibini almamak için Allah’a sığınabilirdi. Yıldızların şekli değişir yörüngesinden kopabilirlerdi. Kadın o yaşlı haline yaşlı gözleri de ekleyip sabah güneş ağarıncaya, yeryüzünü kızıllık kaplayıncaya kadar beddua ederdi.

 

Bir gün deli Ali’ye herkes başka bakmaya başlamıştı. Onu gören sevgiyle korku arasında ve biraz da acıma duygularıyla ona mesafeli duruyordu. Kahvede çayı hemen önüne geliyor, cıgarası hemen ateşleniyordu. Sonra insanlar kendi aralarına dönüp iki günden beri kulaktan kulağa dolaşan dedikoduları konuşmaya başlıyordu. Biri bir şeyler anlatırken ötekiler hep bir ağızdan “hadi yaaa, deme beee, bak senn” diyerek hayretler içinde kalıyorlardı. Ama yine de farklı şeyler ortaya çıkıyor kimse işin aslını astarını bilemiyordu. En sonunda köyün en yaşlısı olan Hüsnü amcaya gittiler. Hoş beş derken kahveler içildi, meseleye gelindi.

 

Hüsnü amaca sorular karşısında pek tedirgin oldu. Biraz düşündü önce, bakışları çimento kağıtlarıyla kaplı olan duvarlarda gezindi. Yutkundu birkaç kez, ak sakallarını ak elleriyle birkaç kez sıvazladı, uzun bir konuda konuşmak için boğazını temizliyor gibiydi. Topal Ali’nin oğluna dönerek “olum yak bakalım bir cigara”dedi. Maltepe cıgarasının dumanını ta ciğerlerine çekerek konuşmaya başladı: Çok zaman oldu tabi dedi, tam olarak hatırlamayabilirim. Ama bizim koca karı da bilir az çok. O da deli Ali’nin anasıyla aynı zamanda gelin geldi. “Doğru” dedi Hatice nine. Biz bir ay arayla geldik’di bu köye. Hüsnü amca tekrar sözü aldı.

 

Bu deli Alinin dedesi vardı adı kör İlyas’tı. Bağı bahçesi, toprağı çoktu. Bu adamın da iki oğlu vardı. Büyükleri Ali’nin amcası Kürek Memet, küçükleri de Ali’nin babası olan deli Satılmış. Deli dememe bakmayın sakın, öyle oğlu gibi deli falan değilmiş. Ama deli takmışlar işte karakterinden dolayı. Ne ana ne baba ne de abi sözü dinlermiş. Yer içer gezermiş işte. Gözü kara biri olduğu içinde deli demişler arkadaşları. Sonra işte bu deli Ali’nin anasını kaçırmış öte köyden. Abisi karşı çıkmış ama becerememiş bir türlü. Bu tarlaların kendisinde kalmasını istiyormuş adam. Bu deli diye, har vurur harman savurur diye çocuğu olmasını da istememiş. İki defa hamile kaldıysa da kadın, tarlada ağır işler yaparken düşük yapmış. En sonun da bu deli Ali doğmuş. Ama deli değildi o zamanlar. Hatta ilkokul üçe kadar bizim Davut’la birlikte okuduydu. Sonra bu Kürek Memet çocuk kafayı yesin ve mirastan faydalanamasın, bağ bahçe kendi çocuklarına kalsın diye hep dövermiş, eline ne gelirse başına vururmuş onunla. Bazen balta sapı bazen kazma, bazen de kürek sapıyla dövermiş Ali’yi. Bir gün yine işte oturdukları o evi yaparken keser sapıyla vurmuş Ali’nin kafasına amcası. Başı kanlar içinde çocuğun. Tabi o zaman böyle hastane nerdeee… Hastane olsa gidecek trektör yok. Ana sırtıyla nereye kadar gidecek.

 

Askerlikten sıhıye olan bizim kahvecinin dedesine götürdülerdi o zaman. O da sardı sarmaladı. Şurup verip göndermiş. İşte Ali o gün bu gündür oldu deli Ali.

 

Valla doğruymuş o zaman dedi, Hacı Ömer’in oğlu Adem. Anasının bedduaları tutuyo demek ki. Hüsnü amca ne oldu diye bu sefer de o sordu gençlere. Bilmiyon mu amca. Deli Ali’nin amcası olu olan Kürek Memed’in oğlu var ya Ahmet, hani şu madenden yeni emekli olan, kanser olmuş diyolar. Bir aya kalmaz ölürmüş. Bu Kürek Memet mal mülk oğluna kalsın diye çalışmış ama Allah’da cezasını veriyo bak. Yaradan Allahım sen ne adaletlisin dedi biri. Öteki de “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” dedi. Hüsnü amca da “çıkar, çıkar, çıkarrr, hem de nasıl çıkar, yedi sülalesinden çıkar”dedi.

 

Bir ay geçti geçmedi Ahmet usta öldü. Cenazesi yıkandı tabuta konup musalla taşına kondu. İmam kısaca kul hakkı yemenin ne kadar günah olduğundan bahsedip cemaate dönüp “Hakkınızı helal ettiniz mi?” derken, kalabalığın içinde bir kişiden daha yüksek “hakkımı helal ettim” diye bir ses geldi. Cemaat kafasını arkaya çevirip baktığında bu kişinin Deli Ali olduğunu gördüler ve hayretler içinde kaldılar.

 

Deli Ali amcası oğlunun mezarına kadar gidip ona toprak da attı, gecesine, yedisine, kırkına, elli ikisine de gitti. Yılına da gidecekti ama gidemedi. Çünkü ondan önce gitmesi gereken bir cenaze daha oldu, amca oğlunun karsı olan yengesi. O da kocasının ölümünden üç ay sonra mide kanseri olduğunu anladı. Ta İstanbullara kadar hastanelere gittiyse de iş işten çoktan geçmiş ve hastalık bütün vücudunu sarmıştı. Bir ay içinde kadıncığaz da öldü. Deli Ali ona da hakkını helal etti, onun da mezarına toprak attı, onun da gecesini, yedisini, kırkını ve elli ikisini ihya etti. Dualar okudu, yasinler indikçe amin dedi. Ve hep beraber aşk ile bir daha Kelime-i Şehadet getirdi.

 

Bu olay artık köyün dışına taşmış ilçeye kadar yayılmıştı. Hatta İstanbul’daki ve Almanya’da ki köylülere kadar gitmişti. Ve herkesin söylediği bir şey vardı.”Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste…”

 

Bir sene içinde Kürek Mehmet, mirasını bırakacağı tek olu olan Ahmet ustanın ve gelininin ölümünü gördü. Tek kızı olan Gülcan evlendi mutluluk yüzü görmedi. İki kocasından da ayrıldı. Çocuklarıyla birlikte babasının evine geri döndü. Ahmet ustanın tek oğlu olan Mustafa babasının ve annesinin ölümüne özürlü olan iki çocuğunun kaderine sabırla katlanıp asgari ücretle yaşamına devam etti. İstanbul’dan zar zor aldığı evinde bu olanlardan uzak kalarak yaşamaya devam etti. Aradan iki yıl geçmeden o da hastanelerin yolunu tuttu. Doktorların koyduğu teşhis bu kadar da olmaz diyen cinstendi. Mustafa da babası gibi ölümcül bir hastalığa yakalanmıştı, o da kanser olmuştu.

 

Şimdilerde bütün bu olanlar köylünün dilinde dolaşıp duruyor. Herkes Mustafa’nın da çok yakında öleceğini ve bu ailenin trajedisini konuşuyordu. Deli Ali ise bu olanlar karşısında hiç konuşmuyor, sanki Ramazan Ayındaymış gibi oruç tutuyordu. Her zamanki gibi, yalnız dolaşıyor, kırlara çıkıyor ve mezarlıklarda yatıp kalkıyordu. Ne yer ne içer kimse bilmiyordu. Köylüler bir taraftan deli Ali’ye acırken bir taraftan da bu durumdan ibretle konuşuyordu.

 

Kürek Mehmet yaşarken tüm ailesinin bir bir toprağa girişini gördü ölmeden. Bir ocak Grizo patlamış gibi söndü gitti birkaç yıl içinde.  Artık topraklarını bırakacak ne çocuk kalmıştı ne de torun. Ama çocuklarını bırakacak bir metrelik toprak bulabilmişti. O da köylünün mezarlığındaki toprak.

 

Bilal ÖZBAY

16.01.05      FINDIKZADE

Bu site tamamen özgündür. İzinsiz veya isim belirtilmeden herhangi bir alıntı yapılamaz. Eserlerin bir kısmı Deyiş Dergisi tarafından yayınlanmıştır.

  
Bilal ÖZBAY

 

Siz hiç delirdiniz mi, delirmeyi düşündünüz mü?

hiç bir deliyle sohbet ettiniz mi?

ya da Deli kimdir.

kimlere deli denir?

Delilik, Tanrının sevdiği kullarına verdiği bir lütuftur. onlara ne bu dünya da ne de ahirette bir kural ya da kanun yok.

onlara hapishane ya da cehennem de yok.

onlar Tanrının torpilli kulları, onlar doğrudan cennetin sadık ev sahipleri.

o deliler ki sizin inanılmaz akıllıca şeytanlıklarınızdan dolayı yitirdiler akıllarını ve bu sizi cehennemin azabına götürürken onları cennetin gül bahçelerine götürecek.

ama siz deli olmayı seçemezsiniz değil mi?

çünkü siz kendinizi yeterince AKILLI zannediyorsunuz.

 oysa bu ne büyük yanılgıdır değil mi?