Sen ya da siz, ne
fark eder, zaten zamanla her şey yerine oturuyor, ben ne
dediğini fark etmedim bile. Sanırım sesini duymaktı bu sesleniş
yani ama niteliğinin önemi olmayan bir sesleniş, hani aç
kaldığında kuru bir ekmeğin bile tadı vardır ya işte öyle, ben
ötelerden gelen bir sese, bir göze, bir de bilinmişliğe,
anlaşılmışlığa açım, inan her haykırış lezzetli geliyor acı veya
kuru bile olsa, bir merhaba bile olsa.
Ben de deliyim tabi ki, deli olmasam seni anlayabilir
miydim hiç, deli diye ifşa etmez miydim? O bütün hikayelerinin
üzerine deli gömleğini geçirmez miydim? Hayallerini, ümitlerini,
yalnızlığını bağlamaz mıydım? Ama ben de deliyim işte, bütün
deyişlerin anlam buluyor bende, bir dua gibi okuyorum onları ve
bir mabede gider gibi geliyorum kimine göre -bu akıl
hastanesine- düş kulesi diyor buna şair, Simerenya diyor başka
bir yazar, ben mabet diyorum kutsal duaların okunduğu,
metalarında fakir; düşlerinin, umutlarının, ruhlarının zengin
olduğu dervişlerin dergahı olan mabet... Varlığımı, yokluğunda
arayan bir deliyim ben, felsefenin dimağında çözülen,
epistemolojiden ve ontolojiden muaf olan bir deli, dinden ve
tanrıların azaplarından muaf olan bir deli, herkesin rutin olan
gündelik işlerinden ve sorumluluklarından muaf olan bir deli,
birilerinin ak dediğine kara, kara dediğine ak diyen bir deli,
çoğu insanın mutlu olamadıklarıyla mutlu olan, mutlu
olduklarıyla tatmin olamayan bir deliyim işte... Kalabalıklara
karıştığımda onların arasında olmayan bir deli, öyleyim işte,
delilik benim mizacımda saklı ve ben bunun sorumlusu değilim
hala, sorumluluk olsa deli olur mu insan... Normallik ve
anormallik toplumun bakış açısıyla orantılı zaten, onların
normal dediği; gelenek, görenek, örf ve adetlerine uyarsak
normaliz, değilsek anormal, ben anormalim çünkü yalnızlığı
seçtiğimde ayrıldım o kalabalıklardan ben, onlara uymadığımda,
onlar gibi yaşamak istemediğimde deli oldum ben... Herkesin deli
olmayı seçtiğinde ben normal olmayı seçerdim, çünkü o zaman
delilik anormal değil, normal ve normallik anormal olurdu,
kısacası ben kendim olmayı veya farklı olmayı seçtim, bu da bu
gün en büyük delilik olsa, gerek
Hatalar yaptığında
seni affeder miyim diye soruyorsun, hatalar olmasa delilik olur
mu? Ben sende her şeyi mubah görüyorum, ben de deli olarak
kaldıkça bütün deliliklerini affedeceğim... Yanlışların benim
için doğruların kapısı olacak... Her davranış bir sonraki
davranışın yani eylemin bir öncüsüyse, neden sonuç içinde masum
kalacaktır her şey...
Ağlamak mı... Göz yaşı İbrahim’in kuyusundaki su gibi
aziz ve kutsal, her şeyi bakir kılan ve temizleyici, ağladığında
avuçlarımda biriktirip içmek istedim ben, senden düşen her
inciyi, ağlayamadığımda ben içerdim temizlenmek için... Ağlamak
ne kadar kutsal değil mi, o zaman o gözyaşlarını silmek de o
kadar kutsal olsa gerek, ağlamayan kalpler taş gibidir,
ağlayanların kalbiyse pamuk gibi yumuşak ve ak... Ağlayamamak ne
kadar kötü, beni ağlatan bütün acılara seviniyorum ben bu
yüzden... Evrendeki her şey sanki bizi ağlatmak için var; gülmek
ne kadar yapay değil mi, gerçek olan ağlamak, gülmekse sadece
bir halüsinasyon... Neden güldüğümüzü çoğu zaman hatırlamayız
ama neden ağladığımız hep içimizdedir hatırladığımızda tekrar
ağlamak için... Ağlarsan bir gün gözyaşlarını benden başka kimse
içmesin...
Bu günlerde canın çok mu sıkkın? Bundan mı bütün o geç
vakitlere kadar kendini boş sokaklara atışın? Demek kendini,
yalnızlığını, acılarını kendi içinden dışarılara kaçarak
atıyorsun...
Ben de böyle yapardım canım sıkıldığı zaman... Gecenin bir
vaktinde yatağımdan çıkar herkesin uyuduğu bir vakitte kendimi
boş sokaklara atardım, herkesin uyuduğu bir vakit benim canlı
olmam hoşuma giderdi doğrusu, sokaklarda dolanır boş mu veya
dolu mu olduğunu bilemediğim bakışlarla gezinir dururdum. Acaba
derdim kendi kendime, beni görüp de bana katılmak isteyen başka
bir deli var mı diye... Şehrin aralarından geçerken bir çöpçüler
olurdu bir de fahişeler sokakta, bazen de polis arabaları
geçerdi, hiç biri gelip kimlik sormadılar bana, gecenin bir
yarısında gezen bu adamı görmezler miydi acaba, o zamanlar
sevinirdim herhalde bu kimlik sorgusuna… Şimdilerde veya çok
daha içinden çıkılmaz bunalımlara girdiğimde ben gezmekten çok
içime kapanırım hani sana bahsettiğim o sarı odalara... Geceleri
sabahlara kadar uyumam; çay, sigara ve anılarla acılara boğarım
kendimi, sabah namazından sonra terasa çıkıp şöyle bir
İstanbul’a günaydın deyip uykuya dalarım, akşam olup insanlar
inlerine çekildiğinde benim meczup ruhum dirilir bu asi bedenimi
koluna takar tekrar aynı rutin halüsinasyonlar devam ederdi...
Çok uyuyor az uyanıksam bil ki canım çok sıkkındır benim, annem
de artık benim bu halimi öğrendi, ne zaman çok uyusam bir derdin
mi var diye bana dert oluyor...
Bu gün de sabah altıda uyuyabildim ancak, ikide kahvaltı yapıp
bir sigara daha içtikten sonra yine yattım ve ancak beşte
kalkabildim, her tarafım kasılmıştı, midemde gastrit azmış ve
ağzım çamur gibiydi, güneş batıyor muydu benim için doğuyor
muydu anlayamadım... Her şeye
boş ver deyip kendimi sana attım işte…
dün ve bu gün
bu günüm dünden farklı olmadı hiç,
hep dünde kalmanın kaderini yaşadım,
dünden kalan yalnızlığım,
eski sevgililerin siluetleri,
bir paket sigara veya dolmuş küllükler,
ve bir demlik çay...
gece yine aynı renkte,
gündüzlerse kafeste hapis,
ya ben,
ben depresyondayım, biraz şizofrenik
biraz da melankolik,
yarınların sevdasındayım.
07,01,02/sen gidince ardından...
Bilal Özbay
kendine iyi bak...ağla ki göz yaşlarını sileyim ve acıların
bende dinsin...
Bilal Özbay/11,07,03/İs |