Ana Sayfa  | Öykü Kapak

 
 

     

 

  
 On Yedi Umut

                                   

 j. akşam haberlerini her zamankinden daha farklı izledi o gün. Flaş… flaş… flaş…Türkiye nihayet Avrupa Birliğinden müzakere günü alabilmişti. Alkış sesleri kulak zarlarına zarar. Gözlerde medeniyet ışıkları. Sevinen babalar, çocuklarda umutlu bakışlar. Gençlerde iş bulma umudu. Filozoflarda ve aydınlarda düşünce özgürlüğünün sevinci. Sonrası… Sonrası korku. Toplumsal bilinç altından zıplayan korkular, bastırılmış duygular.   Yaşlılarda on yıl sonrasına yetişememe korkusu. Hocalarda namus korkusu, solcularda çekememe psikozu, eski siyasilerde başaramama ezikliği, muhalefette kıskançlık sendromu, derinlerde bir yerlerde yavru vattan satıldı korkusu… korku ve umut diye geçirdi içinden j.

Kalktı, sokağa attı kendini, o da heyecanlanmıştı ve hatta geç kalınmış dünün korkularından sıyrılıp umutlanmıştı geleceğe. İş bulabilecekti. Kimseye muhtaç olmadan yaşayabilecek, başarıyla bitirdiği üniversitenin diploması belki işe yarayacaktı. En güzeli de askeri ücretle çalışmayacaktı. Sosyoloji bölünün bitirdiğinden, ne iş yapıyorsun dediğinden utana sıkıla “sosyoloğum” diyordu. Neydi ki bu, ne işe yarardı. O hemen başlardı anlatmaya. “Toplum bilimi” derdi. Anlamazlardı yine, hemen anlatmaya koyulurdu. Toplum bilimi derdi; toplumu inceler, toplumun sosyal değişimlerini, ekonomik değişimleri, nüfus dengelerini, aileleri, devletleri, devrimleri, ihtilalleri, bireyin toplum içindeki yerini, toplumsal bunalımları… anlatır da anlatırdı. Hem büyük de haz alırdı bundan, sanki kendisini bir üniversitenin sosyoloji kürsüsünde sanırdı.

j. iyi bir gözlemciydi, en azından o öyle sanıyordu. İş ararken ne kadar insanla tanışmış, ne kadar kazıklar yemişti, çalıştığı işlerde emeğininin nasıl sömürüldüğünü görmüştü. Aç kalmıştı, açlık çekmişti, meteliğe kurşun da atmıştı, cepleri delinmişti, ev kirasını, su ve elektrik faturalarını ödeyememişti, kredi kartlarının faizini onurunu rehine vererek ödeyebilmişti, dostlarının vefasızlığını yaşamıştı, soğan ekmek bile yemişti, sağcı olmuş, dinci olmuş ve solcu olmuştu yine olmamıştı.

Bu tren bir türlü rayına girmemişti. Göç eden aileleri görmüştü, parçalanan yuvaları, kalabalık bir şehirde yalnızlık çekenleri, gündelik ve gecelik aşkları da görmüştü, on beşinde ceninlerini yiyen kıları da. Daha ne görsündü. İhtilal bile görmüştü hatta yaşamıştı. Seksen ihtilaline yetişememişti ama çocukluğu onun sıkıntılarıyla geçen bir ailede büyümüştü. Ama daha da önemlisi yirmi sekiz  şubat ihtilalini yaşamıştı. Ülkenin bir anda nasıl değiştiğinin fotoğrafını bile çekebilirdi ama bu apayrı bir tezin konusu olabilirdi.

j. Bir sigara çıkardı paketten, parmaklarının arasında kıvamını bulunca ateşledi tütünü. Kibritin alevi ufacık bir aydınlık çizdi yüzüne gözleri ışıldadı. Bu bile gelecekteki bir umudun işareti olabilirdi onun için. Çok gördüm çok dedi kendi kendine. İki bin bir şubat kırizini bile yaşamıştı. On aylık parasını parça parça alabilmiş sonunda işinden de olmuştu. Günlerce evinin sarı odalarına kapanmış, bunalımlar yaşamıştı. Hiçbir kapı açılmamış, zilleri çalmamıştı. Bir tür inanç intihardan onu son anda kurtarmıştı.

j. sigarayı daha bir derinden çekiyordu artık. İzmaritin ucundaki tütün yandıkça yanıyor, dumanı her zamankinden daha kıvrak dans ediyordu dudaklarının yuvarlarında. Otuz yaş bunalımlarına da az kaldı hani. On sene dedi içinden, kırk beş yaşında olacaktı. Ülkenin bütün gençleri gibi orta yaş çocukları gibi aydınlık yüzler…

j. değişiyordu, biliyordu artık toplumda değişiyordu, yasalar değişiyordu, daha da değişecekti sonra. Değerler değişiyordu, kafalar değişiyordu. Herkes bu değişime bir şekilde ayak uydurmaya çalışıyordu işte.

Yaşlılar inatçıydı, iki ayaklarını geleceğin eşiğine dayamış, kollarıyla geçmişten güç alıyorlardı. Yavru vatan satılamaz, vatan bölünemez, bir Türk on Avrupalıya bedeldir. Türküm, doğruyum ve çalışkanım, ülküm küçükleri sevmek, büyükleri saymaktır deyişleri… Devletin malı deniz, yemeyen keriz, benim memurum benim işçim işini bilir deyişleri. Ya sev, ya terk et, kahrolsun emperyalizm, kahrolsun Amerika deyişleri…

Gençler daha cesurdu aksine, j. Onların içinde en cesuruydu, en umutlusu. “özgürlük” dedi içinden. Sonra adalet, hukuk devleti, sosyal devlet, hak, ödev, demokrasi, laiklik, şeffaflık, aş, eş, soy, sop, birey olabilme şuuru ve mutlu bir toplum, temiz bir toplum. Çok mu uzak? Madem ki biz toplum olarak bu değerlere ulaşamadık. Madem ki kendi kendimizi parçaladık, böldük, madem ki kendi insanımızın kanını kendimiz içtik. Bu kanın bedeli olmalıydı değil mi?

j. sokaklara olan vefasını giderdi, eve geldi. Televizyonu açıp yirmi dört haberlerini dinledi. On yedi aralık gününün özeti. Türkiye ev ödevinin hakkıyla yerine getirdi. Avrupa ülkelerinden tam not. Kıbrıs sorun çıkarınca hükümet müzakereden çekilmek istedi. Çıkan kıriz son anda önlendi. Bu hükümetin can alıcı politik manevrasıydı. Basın toplantısı yapıldı ve müzakere tarihi resmen verildi. Başbakan’ın tarihi konuşması, flaş…flaş…flaş… ardından patlayan flaşlar. Tüm milletimize hayırlı olsun.                                

Bilal ÖZBAY

On Yedi Aralık İki Bin Dört

Bu site tamamen özgündür. İzinsiz veya isim belirtilmeden herhangi bir alıntı yapılamaz. Eserlerin bir kısmı Deyiş Dergisi tarafından yayınlanmıştır.

  
Bilal ÖZBAY

 

Umut fakirin en büyük ve en güçlü duygusu değil midir?

Umutlarımız olmasa tek çaremiz ve kurtuluşumuz intihar olurdu.

kader çivilerini kafamıza kafamıza çakarken biz hala yine onun mağfiretinde umut ederiz.

günahkar ruhumuzun affedilmesi için tanrının bağışlayacı gücünden umut ederiz.

sevgilinin gidişinden dönüşünü umut ederiz.

az kazanırken daha çok kazanacağımızı umut ederiz.

yalnızlığımız bir bakirenin izdivacına takılmışken evlenebilmeyi umut ederiz.

kötü yönetilirken bir ülkede daha iyi yönetilmek için daha iyilerinden umut bekleriz.

umut, hep daha iyisi için kafamızda kurguladığımız inançlarımızdır.

umudu bize bahşettiği için tanrıya şükürler olsun.