Al ruhumdan bu canımı,
vakti geldiyse ayrılığın
Ölümse istenen, ağır gelir
can yolcuya
Merhamet etmek yakışır
sevgiliye
Bir rızan yeterdi oysa
katından
“Aşk iki ucu keskin bir
bıçak, hangi ucundan tutarsan tut kanayacak.”
Bütün’ü aldı ellerinin arasına, tezgahın üzerine
güzelce koydu, yanına ekmek bıçağını alıp bıraktı. Sigarasını
yakıp karşısına geçti, uzun uzun bütüne baktı, tütünün dumanını
ciğerlerine kadar çekip yavaşça bıraktı. Kalktı bütünü parçalara
ayırdı. Her bir parçayı pirinç ayıklar gibi ayıkladı ve tekrar
yan yana getirmeye çalıştı. Olmadı, olmuyordu ve olmayacaktı.
Bütün parçalarından her zaman daha fazlaydı ve bütün parçaları
bir araya getirsen bir bütün yapmayacaktı.
Parçalar bir bütün yapmayınca hiddetlendi ve
kızardı. Kızdıkça ekmek bıçağını daha çok salladı parçalara,
soktu, batırdı, kesti. Lime lime etti, her şey ufalandı.
Bütün parçaları toplayıp kendine gelmek isterken
parçalar bütünden inadına kaçıyorlardı. Kolları, bacakları,
elleri parmakları, sağa sola düştü, başı öne eğildi. Parçalar
bütün olmayınca her parçayı bir bütün olarak görmeye başladı.
Sonra kafasını kesip kulakları ayırdı, beyni ikiye bölüp
tezgahın üzerine koydu. Düşünen beyin dedi, düşün bakalım.
Konuşan dil dedi konuş bakalım, işiten dil dedi duy bakalım,
gören göz dedi gör bakalım. Ne görebildi, ne duyabildi, ne
düşüne bildi ne de konuşabildi.
Daha da çok sinirlendi o. Ekmek bıçağını alıp
kalbi göğsünden çekip aldı. Sev bakalım dedi, sevmedi.
Kanadı sadece, kanadı ve durdu. Eline aldı,
avuçladı, bir parça et. Nasıl sevebilirdi, bir parça eti de lime
lime etti, madem sevmeyecekti.
Sevmeyecekti de, neden bu kalpti.
Katil dedi ekmek bıçağına. Öldürdün. Yine öldür.
Ekmek bıçağını aldı kalbinin tam ortasına
yasladı. Kendini yere attı. Ekmek bıçağı göğüs kafesini yarıp
kalbin içinden geçip sırtından çıktı. Ölüyordu. Ölmeliydi. Öldü.
Bilal Özbay
29.03.05 |