|
|
YARIM KALMIŞ KİTAPLAR |
Her insanın yaşamında yarım kalan bir şeyler vardır.
Eksik kalan yaşamlar vardır eksik kalan hayatlar gibi, bir
kişinin çocuk yaşta ölmesi gibidir bu duygular. Nasıl bir anne
çocuğunu kaybettiğinde eksik kalırsa ve bir tarafını yitirmişse
ve bütün hayatı boyunca bu acıyı,sızıyı yüreğinde hissedip yas
tutarak onu dindirmeye çalışırsa ya da başka çocuklarla onun
yerini doldurup adını adına vererek avunmaya çalışırsa bu duygu
da öyle bir şey işte. Çocukluğunu yaşayamamak, gençliğini
yaşayamamak da böyledir, sonraki her yaşantıda hangi yaşta
olursak olalım hemen çocuklaşıveririz ve yaşımızdan beklenmedik
davranışlar (davranış bozukluğu) gösteririz. Toplum tarafından
yadırgandığımız için de çoğumuz bu duygularını bastırmak zorunda
kalır maalesef. Çocukken atlı karıncaya binememiş bir kişinin
otuzundan sonra atlı karıncaya binmesi ne kadar da ayıp
sayılıyor değil mi? Oysa ne kadar da normaldir içinde ki çocuk
için, ne kadar da çok istiyordur çocuklara baktıkça ve nasıl da
imreniyordur onlara...
Benim de yarım kalan yaşamlarım var, yarım kalan
kitaplar gibi, devamını getirmedikçe veya tamamına ermedikçe hep
eksik kalacağım yaşamlar. Ben de çocukluğumu yaşayamadım pekala,
hala salıncaklara binmek istiyorum, dönme dolaplara binip
başımın dönmesini ve sarhoş olmak istiyorum, çelik çomak oynamak
istiyorum, ip atlamak istiyorum kızlarla birlikte; onların diri
göğüslerinin nasıl hopladığını görmek istiyorum, komşun
bahçesinden elma,armut,erik ve şeftali aşırmak istiyorum en
masum hırsızlıklardan. Yaptığım hatalar karşısında insanların ne
de olsa çocuktur deyip beni affetmelerini istiyorum, benim için
yasak olanları çocuk aklıyla karşı gelmek istiyorum...
Yarım kalan her şey diğer yarısına koşmak ve
tamamlanmak ister doğası gereği, bir kadın erkek olmadan nasıl
eksikse ve bir erkeğe kavuşma zorunluluğu varsa yarım kalmış
yaşantılar da birbirini tamamlama zorunluluğu vardır. Ayni olan
her şey zaafa müstahaktır, farklı olan her şeyse aslına
müstahaktır. Nasıl zıtlıklar birbirini çekerse ve aynı olanlar
birbirini iterse öyle...Biz insanların doğasında yani hamurunda
vardır bu. Bize benzeyen, bizde olan şeyleri istemeyiz, bizde
olmayan, bizde eksik kalan şeyleri isteriz ve arzularız hep.
Kulun Tanrıyla ilişkisi, fakirin zenginlikle olan ilişkisi,
çoğun büyümekle olan ilişkisi, kadının veya erkeğin birbiriyle
olan ilişkisi, yaşamın ölümle olan ilişkisi de böyledir sanırım.
İşi olmayan insan iş peşindedir, eşi olmayan insan eş
peşindedir, aşkı olmayan insan aşk peşindedir, mutluluğu olmayan
insan mutluluk peşindedir, yaratıcısını bilmeyen insan
yaratıcısının peşindedir,hazzı yaşamayan insan haz peşinde yada
tersi bunların hepsi için geçerlidir.
O zaman İnsanın kendisini tamamlaması için eksiklerini
bilmesi gerekmez mi? Ya da yarım kalan yaşamlarını tamamlaması
gerekmez mi? Eğer bu eksiklerini tamamlamadan tam bir kişi
olamayacaksa yarım kalan kitaplarını yeniden eline alıp okuması
gerekmez mi? Elbette gerekir. Öyleyse?
Benim de yarım kalan kitaplarım gibi aşklarım var. Başlayıp
sıkıldığım ve bir türlü bırakamadığım,sonra kitaplığın alt
raflarına kaldırdığım kitaplarım... Çoğunun ön sözünü okuyarak
beğendiğimi sandığım, okuyup da sıkıldığım kitaplar, kiminin
kapağı hoşuma gitmiş fakat içeriği kötü, kimisinin dizgisi kötü,
kimisinin konusu kötü, kimisinin de dil yapısı; bütün bunlar
yarım kalmış kitaplarımın kötü kaderi...Ama bazen onları
gördükçe paslanmış rafların arasında içim de gitmiyor değil,
belki okumak için şimdi zamanıdır deyim yeniden okumak istiyorum
o kitapları...
Aşklarım var demiştim yarım kalan kitaplar gibi, bir
görüşte sevdiğim, fakat tanıştıktan sonra hayal kırıklığına
uğradığım aşklarım, görünüşüne aldandığım, konuşmasını sevdiğim,
kariyerini sevdiğim, sadece bana haz verenler, sadece bana
mutluluk verenler, sadece beni seven fakat benim sevemediğim
kadınlar var, sadece anlayışlı olanlar vs. ama bütün bunları bir
arada taşıyana bir türlü rastlayamadım, her kadın bende eksik
kaldı zaman içinde, ben ne kadar değişiyordum, onlar ne kadar az
değişiyordu ve benim gerimde kaldılar birer birer... Ama
giderken de benden bir şeyler alıp da gittiler. Sevdiğim
taraflarım sevmediğim taraflarıyla gittiler ve ben eksik kaldım
beni seven ve bir şekilde ilişkiye girdiğim kadınlarda...
Dağıldım desem daha doğru olur sanırım ve zaman içinde bir türlü
toplayamadım kendimi. İmamesi kopan ve dört bir yana dağılan
tespih taneleri gibi dağılmıştım, suya atılan bir taştı benim
için her kadın ve ben de o taşın şiddetiyle dalga dalga sahile
vuran suydum ummanda.
Her yaşımda bir kadın gizliydi, yaşlandığım her yılda bir kadın
da benimle birlikte yaşlanır ölürdü, ben her ölen kadın için yas
tutar başımdan bir zeytin dalı koparıp acısıyla ağarması içinde
mezarına koyardım, sonra her yıl bir tane daha. Durulmadı bu
gönül daha, dinmedi henüz engin denizlerde, çıkamadı daha
deryalardan, çoklardan bire düşemedi daha. Böldükçe böldü
yüreğini,parçaladıkça parçaladı. Bir gün kaybolup gideceğinden
korkuyorum, hani kaybolmaz da hücrelerine bölünür belki,
atomlaşır da bir gün yüreksiz veya duygusuz kalır diye
korkuyorum. Nasıl Toplarım ben şimdi kendimi, nasıl bulurum
yaseminleri, nergisleri, gülleri,figenleri...Hangi keşişin
bahçelerinde boy atmışlardır ve hangi yasak meyvelerden
yiyorlardır şimdi; bilmem ki görmek ya da dokunmak günah mıdır
şimdi...
Yarım kalan kitaplar gibiyim şimdi, yarım yamalak
kalmış yaşantıların arasındayım ve bir enkazın arasında gibiyim,
her tarafım toz toprağa bulanmış, ellerim kollarım ezik,yüreğim
ezik koskoca taş gibi ağır anıların ve hayallerin
arasında...unutulmuşum yorgun nefretlerin arasında, bilmem ki
şimdi kim tutar ellerimden...kim çıkartır beni eski albümlerin
arasından veya tozlu raflardan? Kim?
Neden yarım kaldığımı düşünüyorum bazen yalnızlık gecelerimde,
kaç paket sigara içtim, kaç demlik çay tükettim seni düşünürken.
Cevaplar yine derin felsefe sayfalarından geliyor ve düalizm
diyor Filozof. Bütün yarım kalan yaşantılarım ''TAM'' olmanın
peşinden giderken terk ettiklerimmiş oysa...Daha iyisini daha
iyisini derken iyilerden de olduğum yarımlardı bunlar...Oysa tam
olan tak şey vardı o da ''ölüm'' dü... Ve ölünceye kadar
bitmeyecekti bu tamlık savaşımız veya eksik kalmak bizim
kaderimizdi. Bir hikaye vardı bu konuyla ilgili: ''Küçük Prens
kendi gezeninde ki gülünü bırakıp başka gezegende başka güller
var mıdır diye yola çıkar ve bütün gezegenleri dolaştıktan sonra
dünya ya gelir ve bir tilkiyle arkadaşlık kurar. Kendi
durumunu anlatır tilkiye. Tilki:'' sana bir gül bahçesi
göstereceğim der, oradan bir gül alıp geleceksin ama bir
bıraktığın gülleri almak için geri dönemezsin der.'' Küçük Prens
Gül bahçesine girer ve ne güzel güller bunlar diyerek bir birine
bir diğerine koşar, tam birini koparacakken başka yerde daha
güzel bir gül daha görür, derken bu şekilde bahçenin sonuna
gelmiştir ve en kötü gülle tilkinin yanına döner üzgün bir
şekilde. İşte gördün mü der tilki arkadaşına:'' hep daha iyisini
ararsan iyi olanı da kaybedersin der ve en değerli olan senin
elindekidir.'' Bunun üzerine Küçük Prens kendi gezegenine gidip
kendisine ait olan sevgilisine yani gülüne döner.''
Maalesef ki insan her zaman doyumsuzdur, her zaman daha
fazlasını istiyor ve bu istekler hiçbir zaman da bitmiyor.
İktisatta bir kural vardır ''ihtiyaçlar sınırsızdır'' diye. Ne
kadarına sahip olursak olalım daha fazlasını isteyeceğiz ve
bekleyeceğiz hayattan ve insanlardan; eğitim,iş,ev, araba,
evlilik,çocuk derken daha fazlası gelecek ardından. Arabamız
olsa bile her yıl modeli değişecek, evimiz olsa bile yazlığı
kışlığı olacak, evli olsak bile gözümüz yine dışarıda olacak,
paramız olsa bile daha fazla olsun isteyeceğiz ve bütün bu
sınırsız ihtiyaçların içinde boğulup gideceğiz ve mutsuz
olacağız. Bir gün ölüm kapıya dayandığında bir de bakacağız ki
aslında hiçbir şeyin değeri olmayacak hayattan başka. Peki o
zaman nasıl mutlu olacağız? İşte bu en büyük soru. ''Mutluluk
Nedir'' sorusu. İktisatta bir kural daha vardır ''denge unsuru''
devletleri de,halklarını da, insanları da mutlu kılan budur
işte. Bir de deyişimiz vardır bizim ''Ayağını yorgana göre
uzat''diye. Elimizdekiyle yetinmesini bilirsek, harcamalarımız
kazancımızla el değerse mutlu olabiliriz ancak.
Beklentilerimiz de elimizdekilere bağlı olarak belirlenecektir o
zaman. Abojinler mutluluğu, bütün yapaylıktan sıyrılarak doğal
olanla yetinerek bulmaya çalışmışlar; doğa onlara ne verdiyse
onunla yetinmişler,değerlerini korumuşlar,doğa ekmek verdiyse
doymuşlar vermediyse sabredip açlığın hazzına ve doğanın
bereketine inanmışlar. Bütün günlerini sevdikleriyle bir arada
yaşayıp hayatlarını paylaşmışlar ve öldüklerinde tam bir insan
olarak hayata ve ölüme gülümseyerek ölmüşler. Nefislerini
terbiye edip ihtiyaçlarını kendileri belirlemişler. Oysa biz
modern insanları yöneten bizim ihtiyaçlarımız. Acaba kaç kişi
kendi ihtiyaçlarını belirleyerek edinebiliyor ki? Çok az insan
gerçekten...
Sorgularım var kendime...Her gün sabah erkenden kalkıp işe
gidiyoruz ve hiç aralıksız on iki saat çalışıyoruz, hele
İstanbul gibi bir metropolde bu bile az geliyor, gece işine
çıkan binlerce insan var bu şehirde. Zamanımızın çoğu trafikte
geçiyor ve yorgun düşüyoruz, kendimizi eve attığımızda
televizyonun karşısına geçip hipnoz oluyoruz, bütün
ihtiyaçlarımız ve hayat sıtandartı oradan enjekte ediliyor
bilinç altımıza, reklam aralarında sohbet ediyor,inançlarımızın
gereğini yerine getiriyor ve ancak elektrikler kesildiğinde
romantikleşiyor ve sevişiyoruz... Saatleri sabahın altısına
kuruyor, çalışmak ve daha çok kazanmak için çırpınıp duruyoruz.
Niçin? Daha iyi bir hayat elde etmek için. Neden ki? Şu anki
yaşantımızda bizi mutsuz kılan nedir acaba? Daha çok kazanıp da
ne olacak; daha iyi semtte oturmak belki, daha iyi bir araba,
yılda en az bir defa tatile çıkmak,gezmek,eğlenmek,giyinmek,daha
iyi ve markalı giyinmek...Peki ya mutluluk? Daha çok parayla
mutluluğu satın alabilir miyiz? Burjuva için harcadığımız hayır
heba ettiğimiz zamanları geri getirebilir miyiz? Sizi
duyamıyorum beyler ve hanımefendiler... Ne zaman tam bir insan
olacağız dersiniz? İnsan gibi insan... Ne zaman para için
insanlar öldürmeyeceğiz? Eskiden tek bir şey için insan
öldürülürmüş o da namus ya da onur için. Ne zaman Petrol için ve
silah satmak için savaşlar yapmayacağız dersiniz? Eskiden
insanlar vatan ve inançları için savaşırlarmış. Ne zaman köle
olmaktan kurtulacağız dersiniz? Eskiden insanların sadece
bedenleri köleymiş ama bu gün hem bedenleri hem ruhları ve hem
de kafaları köle haline getirilmiş. Siz beyefendiler ve
hanımefendiler... Siz ne zaman ruhunuzu şeytandan
arındıracaksınız?
Descartes diyor ki:'' Düşünüyorum öyleyse varım.'' Siz ne kadar
düşünüyorsunuz ve ne kadar varsınız... Yoksa siz de benim gibi
yarım bir insan mısınız? Siz de benim gibi özürlü müsünüz
acaba...Yok eğer siz bu sorgularıma katılmıyorsanız ben bir deli
miyim dersiniz?
Yarım kalan kitaplar gibi yarım kalan yaşantılarım var
benim... Kendini yeniden yaratmalı diyor Neichzhe...Bütün o
dağılan parçaları toplamalı ve yeniden inşa etmeliyim kendimi.
Kaçmamalıyım kendimden, kendimi bulduğumda yaşamalıyım, yaşım ne
olursa olsun kendimi büyütmeliyim... İnsanlar ne derlerse
desinler, düzen ne derse desin, gelenekler ve kültürler de
sonuçta kural ve kanunlar gibi zamanla değişen unsurlar değil
mi? O zaman değişen şeyler her zaman doğru olamaz...
İhtiyaçlarımı ben belirlemeli ve istediğim gibi yaşamalıyım...
Yarım kalan kitaplarımı bulup çöpe atmak istiyorum.
Yarım kalan işlerimi artık saymıyorum.
Yarım kalan aşklardan çoktan geçtim.
Yarım kalan çocukluğum hala benim yaşarım yine, elli yaşımda
bile atlı karıncaya binerim kime ne bundan.
Gün yaşadığım gündür, yarım kalanları tarihe gömdüm.
Siz beyefendiler ve hanımefendiler... siz yarım kalan
kitaplarınızı mı okuyorsunuz hala?
Bilal ÖZBAY
28/12/2003/İSTANBUL |
|
Bu site tamamen özgündür. İzinsiz veya
isim belirtilmeden herhangi bir alıntı yapılamaz. Eserlerin bir
kısmı Deyiş Dergisi tarafından yayınlanmıştır.
|
|
|
|
Bilal ÖZBAY |
|
|
Yarım kalan kitaplar gibi yarım kalan yaşantılarım var benim...
Kendini yeniden yaratmalı diyor Neichzhe...
Bütün o dağılan parçaları toplamalı ve yeniden inşa etmeliyim
kendimi. Kaçmamalıyım kendimden, kendimi bulduğumda yaşamalıyım,
yaşım ne olursa olsun kendimi büyütmeliyim...
İnsanlar ne derlerse desinler, düzen ne derse desin, gelenekler
ve kültürler de sonuçta kural ve kanunlar gibi zamanla değişen
unsurlar değil mi? O zaman değişen şeyler her zaman doğru
olamaz... İhtiyaçlarımı ben belirlemeli ve istediğim gibi
yaşamalıyım...
|
|
|